Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Forum Statistics
» Members: 27
» Latest member: Fahriye
» Forum threads: 11,962
» Forum posts: 12,779

Full Statistics

 
Muhammed-1 Ezan okunurken başparmak tırnaklarını göz kapaklarına sürmek sünnet midir?
Posted by: RasitTunca - 01-20-2025, 06:51 AM - Forum: Sünnetler Hadisler - No Replies

Ezan okunurken başparmak tırnaklarını göz kapaklarına sürmek sünnet midir?


Soru Detayı

- Ezan okunurken başparmaklarımızı şehadet kısımlarında iki elimizin başparmaklarını öpüp "Birsin, gözümün nurusun Ya Muhammed" diyerek başparmaklarımızı göz kapaklarımıza sürmek, göz hastalıklarından koruyormuş.
- Bu sünnet mi?
- Ezanda şehadet kısımları neresi oluyor ya da ezan bitince mi yapacağız?
- Göz hastalıklarına karşı koruyor muş, doğru mu?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

İlk “Eşhedü enne Muhammeden ResüIullah” cümlesinde “Sallallahu aleyke Ya Resûlellah” yani “Allah sana af ve merhamet eylesin ey Allah’ın Resûlü”; ikincisinde ise “Karret aynî bike ya Resûlallah” yani “Seninle mesut oldum, yüzüm gözüm aydınlığa erdi ey Allah’ın Resûlü” demek müstehaptır. Bunu söyleyen kimse sonra her iki başparmağının tırnaklarını gözleri üzerine koyarak, “Allahumme metti’nî bi’s-sem’i ve’l-basar” yani “Allah’ım! İşitmekle ve görmekle nimetlendir, faydalandır.” derse, Efendimiz (asm), cennete doğru o kimsenin delili olur.

"Kitabu’l-Firdevs"de ise “her iki başparmağının” ifadesinden önce, “Kim ezanda, Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah cümlesini işitince ‘Allahumme metti’nî bi’s-sem’i ve’l-besar’ derse, onun önderi ve cennet saflarına koyanı ben olurum.” denilmektedir. (bk. İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dü’rri’l-Muhtar, Trc. Ahmet Davudoğlu, 1/398, Şamil Yay. İstanbul 1982)

Kaynaklarda benzer dualara da yer verilmiştir. Ancak bu duaların hiçbirinin merfu hadis olarak sahih olmadığı, fakat bazı alimler ve ehl-i tasavvuf tarafından yapıldığına yer verilmiştir. (bk. İbn Âbidin, 1/398)


-----------------------
Ezan okunurken başparmak tırnaklarını göz kapaklarına sürmek sünnet midir?
-----------------------


Başka Bır rıvayette de aynısı fakat biraz farklı şekilde dua edilmesini tavsiye ettiği nakledilmektedir.

DUA BUDUR

“Müezzin, “Allahu ekber Allahu ekber” deyince sizden kim samimiyetle, “Allahu ekber Allahu ekber” derse, sonra müezzin: “Eşhedu en la ilahe illallah” deyince, “Eşhedu en la ilahe illallah” derse, sonra müezzin: “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” deyince, “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” derse, veya

İlk “Eşhedü enne Muhammeden ResüIullah” cümlesinde “Sallallahu aleyke Ya Resûlellah” yani “Allah sana af ve merhamet eylesin ey Allah’ın Resûlü”; ikincisinde ise “Karret aynî bike ya Resûlallah” yani “Seninle mesut oldum, yüzüm gözüm aydınlığa erdi ey Allah’ın Resûlü” demek müstehaptır. Bunu söyleyen kimse sonra her iki başparmağının tırnaklarını gözleri üzerine koyarak, “Allahumme metti’nî bi’s-sem’i ve’l-basar” yani “Allah’ım! İşitmekle ve görmekle nimetlendir, faydalandır.” derse, Efendimiz (asm), cennete doğru o kimsenin delili olur.

"Kitabu’l-Firdevs"de ise “her iki başparmağının” ifadesinden önce, “Kim ezanda, Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah cümlesini işitince ‘Allahumme metti’nî bi’s-sem’i ve’l-besar’ derse, onun önderi ve cennet saflarına koyanı ben olurum.” denilmektedir. (bk. İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dü’rri’l-Muhtar, Trc. Ahmet Davudoğlu, 1/398, Şamil Yay. İstanbul 1982)

“Hayye ala’s-salat” deyince “La havle vela kuvvete illa billah” derse, sonra müezzin: “hayye ala’l-felah” deyince, “mâ şâallahu kân ve mâ lem yeşe’ lem yekün” (Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz) sonra müezzin: “Allahu ekber Allahu ekber” deyince, “Allahu ekber Allahu ekber” derse, sonra müezzin: “Lailahe illallah” deyince “Lailahe illallah” derse cennete girer.”

(Ebû Dâvûd, “Edeb”, 101)

Müslim, Salat 12, (385), Ebu Davud, Salat 36, (527)

şeklinde dua edilmesini tavsiye ettiği nakledilmektedir.

Print this item

Muhammed-1 Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri ile İlgili Hadisler
Posted by: RasitTunca - 01-20-2025, 03:17 AM - Forum: Sünnetler Hadisler - No Replies

Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri ile İlgili Hadisler

Müezzini duyan kişi ne söylemelidir? Müezzini duyan kişinin söyleyecekleri ile ilgili hadisler...

Ebû Said-i el-Hudrî radıyallahu anhdan: Rasûlullah sallalhu aleyhi ve sellem “Ezânı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğinin mislini siz de söyleyin,” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 36/522; Buhârî, Ezân 7)

*****

Abdullah bin Âmr bin As radıyallahu anhdan: O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işitti:

Müezzini (Ezân okurken) işittiğiniz zaman siz de onun söylediği gibi söyleyin, sonra benim üzerime salavat-i şerife getirin. Çünkü; kim benim üzerime bir kere salât okursa Allah da o salat sebebi ile o kimse üzerine on defa rahmet eder.

Sonra benim için Aziz ve Celil olan Allah’tan vesileyi isteyin. Vesile Cennette bir makamdır ki, ona Allah’ın kullarından yalnız bir kul kavuşabilecek. O kimsenin de ben olacağımı ümit ediyorum. Kim benim için Allah’tan vesileyi isterse, şefaatim (şefaatime hak kazanır.) buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 36/523; Buharî, Kitâbu’l-Ezân, b. 7, s. 152, c. 1; Müslim, Kitâb’us-Salât, b. 7, n. 383/10, s. 288, c. 1; Tirmizî, Ebvâb’us-Salât, b. 245, n. 330, s. 150, c. 2; Nesêi, Kitâbu’l-Ezân, n. 674, c. 2; İbn-i Mâce, Kitâbu’l-Ezân, b. 4, n. 720, s. 238, c. 1)
Hadisin Açıklaması

Bu hadis-i şerif ezandan sonra vesile duasını okumanın müstehap olduğuna delalet eder.

*****

Abdullah bin Âmr radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

Bir şahıs Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme:

Ey Allah’ın Rasûlü, Müezzinler ezan sebebi ile bizden faziletli oluyorlar, dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Onların söyledikleri gibi sen de söyle,” ezan bitince “Allah’tan dilediğini iste, verilsin,” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 36/524)

*****

Said bin Ebi Vakkas radıyallahu anhdan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Kim ezanı işitince ben de Allah’tan başka Allah olmadığına, onun eşi ve dengi bulunmadığına ve Muhammed’in de Allah’ın kulu ve Peygamberi olduğuna şahidlik ederim. Allah rabbım, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Peygamberim, dinimi İslâm olmasına razı oldum derse, hataları mağfiret olunur,” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 36/525; Müslim, Kitâb’us-Salât, b. 7. n. 384/11,s. 288, c. 1; Nesêi, Kitâbu’l-Ezân, b. Essalat Ale’n-nebiy, n. 679, s. 25, c. 1; Tirmizî, Kitâb’uz-Zekât, b. 2, n. 619, s. 14 c. 1)

*****

Aişe radıyallahu anhdan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Müezzinin (ezanını) işitince şahadetleri okur ben de (şahitlik ederim) ben de (şahitlik ederim),” derdi. (Ebû Dâvûd, Salât, 36/526)
Hadisin Açıklaması

Müezzin ezan okurken şehadetlere geldiğinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “ve ene eşhedü enlâ ilahe illallah (Allah’tan başka ilâh olmadığına ben de şahidlik ederim) ve ene eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasulühû (Hazreti Muhammed’in Allah’ın kulu ve Rasûl-i olduğuna ben de şahidlik ederim)” derdi.

*****

Ömer bin Hattab radıyallahu anhdan, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Müezzin Allah büyüktür, Allah büyüktür, dediği vakit sizden biriniz de Allah büyüktür, Allah büyüktür der, müezzin

Allah’tan başka ilâh olmadığına şahidlik ederim

Allah’tan başka ilah olmadığına şahidlik ederim dedikçe o da Allah’tan başka ilah olmadığına şahidlik ederim der. Müezzin gerçekten Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğuna şahidlik ederim, Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğuna şahidlik ederim dedikçe o da; Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğuna şahidlik ederim der.

Haydin namaza dedikçe o da

Günahtan kaçmaya iyiliği işlemeye bende takat kuvvet yok ancak Allah’ın onları bende yaratması ile olur, der. Müezzin Haydin kurtuluşa dedikçe yine günahtan kaçmaya iyiliği işlemeye bende takat ve kuvvet yok, ancak onlar Allah’ın bende yaratması ile var der.

Müezzin Allah büyüktür, Allah büyüktür deyince o da, Allah büyüktür der. Müezzin Allah’tan başka ilâh yoktur deyince O da, Allah’tan başka ilâh yoktur derse, cennete girer,” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 36/527; Müslim, Kitâb’us-Salât, b. 7, N 385/12, s. 289, c. 1; Nesêi, Kitâbu’l-Ezân)

Konu: Ezanın Fazileti
Ravi: Ömer
Hadisin Arapçası:


وعن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: إذَا قالَ المُؤَذِّنُ: اللّهُ أكْبَرُ اللّهُ أكْبَرُ فقَالَ أحَدُكُمُ: اللّهُ أكْبَرُ اللّهُ أكْبَرُ. ثُمَّ قَالَ: أشْهَدُ أنْ َ إلَهَ إَّ اللّهُ. قَالَ: أشْهَدُ أنْ َ إلهَ إَّ اللّهُ، ثُمَّ قالَ: أشْهَدُ اَنَّ مُحَمّداً رَسولُ اللّهِ. قالَ: أشْهَدُ أََنَّ مُحَمّداً رسولُ اللّهِ، ثُمَّ قالَ: حَىّ عَلى الصَّةِ. قالَ: َ حَوْلَ وََ قُوّةَ إَّ بِاللّهِ، ثُمَّ قَالَ: حَىّ عَلى الفََحِ. قالَ: َ حَوْلَ وََ قُوَّةَ إَّ بِاللّهِ. ثُمَّ قالَ: اللّهُ أكْبَرُ اللّهُ أكْبَرُ قالَ: اللّهُ أكْبَرُ اللّهُ أكْبَرُ، ثُمَّ قالَ: َ إلهَ إَّ اللّهُ. قالَ: َ إلهَ إَّ اللّهُ مِنْ قَلْبِهِ دَخَلَ الجَنَّةَ[. أخرجه مسلم وأبو داود .

Hadisin Anlamı:

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: “Müezzin, “Allahu ekber Allahu ekber” deyince sizden kim samimiyetle, “Allahu ekber Allahu ekber” derse, sonra müezzin: “Eşhedu en la ilahe illallah” deyince, “Eşhedu en la ilahe illallah” derse, sonra müezzin: “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” deyince, “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” derse, sonra müezzin, “Hayye ala’s-salat” deyince “La havle vela kuvvete illa billah” derse, sonra müezzin: “hayye ala’l-felah” deyince, “La havle vela kuvvete illa billah” derse, sonra müezzin: “Allahu ekber Allahu ekber” deyince, “Allahu ekber Allahu ekber” derse, sonra müezzin: “Lailahe illallah” deyince “Lailahe illallah” derse cennete girer.”

-----------------------
Ezan okunurken başparmak tırnaklarını göz kapaklarına sürmek sünnet midir?
-----------------------


Başka Bır rıvayette de aynısı fakat biraz farklı şekilde dua edilmesini tavsiye ettiği nakledilmektedir.

DUA BUDUR


“Müezzin, “Allahu ekber Allahu ekber” deyince sizden kim samimiyetle, “Allahu ekber Allahu ekber” derse, sonra müezzin: “Eşhedu en la ilahe illallah” deyince, “Eşhedu en la ilahe illallah” derse, sonra müezzin: “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” deyince, “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” derse, veya

İlk “Eşhedü enne Muhammeden ResüIullah” cümlesinde “Sallallahu aleyke Ya Resûlellah” yani “Allah sana af ve merhamet eylesin ey Allah’ın Resûlü”; ikincisinde ise “Karret aynî bike ya Resûlallah” yani “Seninle mesut oldum, yüzüm gözüm aydınlığa erdi ey Allah’ın Resûlü” demek müstehaptır. Bunu söyleyen kimse sonra her iki başparmağının tırnaklarını gözleri üzerine koyarak, “Allahumme metti’nî bi’s-sem’i ve’l-basar” yani “Allah’ım! İşitmekle ve görmekle nimetlendir, faydalandır.” derse, Efendimiz (asm), cennete doğru o kimsenin delili olur.

"Kitabu’l-Firdevs"de ise “her iki başparmağının” ifadesinden önce, “Kim ezanda, Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah cümlesini işitince ‘Allahumme metti’nî bi’s-sem’i ve’l-besar’ derse, onun önderi ve cennet saflarına koyanı ben olurum.” denilmektedir. (bk. İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dü’rri’l-Muhtar, Trc. Ahmet Davudoğlu, 1/398, Şamil Yay. İstanbul 1982)

“Hayye ala’s-salat” deyince “La havle vela kuvvete illa billah” derse, sonra müezzin: “hayye ala’l-felah” deyince, “mâ şâallahu kân ve mâ lem yeşe’ lem yekün” (Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz) sonra müezzin: “Allahu ekber Allahu ekber” deyince, “Allahu ekber Allahu ekber” derse, sonra müezzin: “Lailahe illallah” deyince “Lailahe illallah” derse cennete girer.”

(Ebû Dâvûd, “Edeb”, 101)

Müslim, Salat 12, (385), Ebu Davud, Salat 36, (527)

şeklinde dua edilmesini tavsiye ettiği nakledilmektedir.

522. ...Ebû Sa'îd el-Hudrî (r.a.) Resûlullah (s.a.)'m şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir: "Ezan sesini duyunca, müezzinin dediğini siz de söyleyiniz"[471]



Açıklama


Bu hadis-i şerifin zahirine göre, baştan sona kadar müezzinm okuduğu kelimelerin hepsini söylemek ezanı işiten kim­se için bir vazifedir. Ancak ilerde gelecek olan 527 no'lu hadis-i şerifte hay-ye ale's-salâh ve hayye ale'l-felâh cümleleri okunurken, "Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi'l-aliyyi'l-azim" (günahdan dönmek, çekinmek, itaate güç yetir­mek ancak Allah Teâla'nın korumasıyla ve yardımı ile kabil olur) cümlele­riyle karşlık verilir.

Bu mevzuda fikir beyân eden ilim adamlarının kimisi mevzumuzu teş­kil eden bu hadisle amel ederek ezanın bütün cümlelerinin aynen tekrarlana­cağını söylemişler, bir kısmı da 527 no'lu Hz. Ömer hadisinin zahirine dayanarak, hayye ale'lerde sadece deni­leceğini söylemişlerdir. Bir kısmı da "Hükmü genel olan cümlelerle (522 no'lu hadis gibi) hükmünde özellik bulunan cümleler (527 no'îu hadis gibi) ara­sında te'lif mümkün olunca te'Iif (birleştirme) yoluna gitmek, esastır" kai­desinden hareket ederek hayyealelerde hem hayye alel cümlelerinin aynen tekrarlanacağını, hem de cümleleri­nin söylenmesi gerektiğini ifâde etmişlerdir.

Namaza çağrı mesabesinde olan ezana icabet fiilî ve kavlî olarak iki du­rumda incelenebilir:

1. Fiilî icabet de ikiye ayrılır:

a. Ezanla namaz vakti bildirildiğine göre, vakit içerisinde mükellefin na­maz kılarak yapmış olduğu fiilî icabettir;

b. Şartlarını hâiz mükellefin namazını cemaatle edâ etmek için cemaate iştirak icabetidir.

2. Kavlî icabet ise, müezzinin söylediklerini aynen tekrar ederek yapa­cağı kavlî icabettir ki, bu bâbda incelenecek husus ve işte bu mevzuyu açık­layan hadislerdir.

Müezzinin söylediklerini tekrarlama hakkında mezheb imamlarının gö­rüşlerini de şöylece sıralamak mümkündür:

1. "Ezanı işiten herkesin, ister cünüb, ister hayızlı, ister nifaslı olsun hayyelalelerin dışında bütün cümleleri aynen söylemesi, hayyealelelerde ise, demesi mendubtur. Bu mesele de bütün fakîhler ittifak etmişlerdir.

2. Ancak Hanefîlere göre hayızlı ve nifaslı kadınlar bu faziletten mah­rumdurlar. Bunlar için ezana icabet etmek mendüb değildir.

Hanbelîlere göre ise farz namaz kılmakla meşgul olmayan herkes için ezana icabet etmek mendubtur.[472]

3. Sabah ezanında cümlesi  okunurken  ise "doğrusun, gerçeksin, doğru söylemiş bulunuyorsun" de­nilir. Bu son kelimelerin söyleneceğine dâir bir delilin bulunmadığını söyle­yen el-Hattâbî gibi bazı âlimler varsa da İmam Nevevî el-Min'hâc isimli eserinde böyle söyleneceğini beyân etmiştir. Demiri de "İbn Rifa'a bu mevzuda delil bulunduğunu söyledi" demiştir.

4. Ezana sadece kalbi ile icabet etmek kâfi gelmeyip dil ile telâffuz et­mek mendubtur.

5. Bu hadisin zahirine göre, Hanefîlerin dışında bütün imamlarca ha­yızlı, nifaslı ve cünübün ezan cümlelerine usulüne göre icabet etmesi men-dûb iken Hanefîlerin hayızlı ve nifaslının icabet edemeyeceğim söylemelerinin hikmeti şudur: Çünkü hayızlı ve nifaslı kadınlar namaz kılmakla mükellef değillerdir. Bu sebeble ezana da icabetle mükellef değildirler. Diğer imamla­rın hareket noktaları da ezana icabet etmek bir zikirdir. Mü'min içinse, her an zikir hâlidir. Hayız ve nifas hâli bunun dışında değildir.

6. Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre farz olsun, nafile olsun namazda olan bir kimse ezana icabet etmekle mükellef değildir. Şayet icabet ederse, namazı bozulur. Fakat Şafiîler namazın bozulması için kişinin na-mazda olduğunu ve işittiğinin bir insan sesi olduğunu bilmesini şart koşmuş­lardır.

7. İmam Mâlik'e göre ise, nafile namazı kılmakta olan kimse ezana ica­bet ederse namazı bozulmaz.

8. Her ne kadar bu hadis-i şerifin zahirine göre ezana icabet etmek farz ise de, hadisdeki "müezzinin söylediğini siz de söyleyiniz" emrinin hükmü­nü farz olmaktan çıkarıp müstehaba çeviren delil Sahih-i Müslim'deki şu hadis-i şeriftir: "Resûlullah (s.a.) fecr doğduğu zaman baskın yapardı. Eza­nı dinletirdi. Şayet ezan sesi işitirse, baskından vazgeçer, işitmezse baskın yapardı. Bir defa Allahu Ekber, A İla hu Ekber diyen birini işitti. Bunun üze­rine Resûlullah (sallellahü aleyhi ve sillem) : "Fıtrat-ı İslâm üzere" buyur­dular. Sonra o zât:

"Eşhedü enlâ ilahe illallah, Eşhedu enlâ ilahe illallah" dedi. Resûlül-lah (s.a.) de; "Cehennemden çıktı" buyurdular. Müteakiben ezam okuyan kimsenin bir keçi çobanı olduğunu anladılar.[473]

Resul-i Ekrem (s.a.) bu ezanı dinleyince kendisi icabet etmemiştir. Şa­yet icabet farz olsaydı kendisi de icabet ederdi. Ancak bunun aksini iddia edenler de vardır. Kemâlüddin b. Hümâm ( v.861) Fethu'I-Kadîr isimli eserinde bu meselenin münâkaşasını yapmış ve ezana icabetin müstehab ol­duğunu söylemiştir.

9. Ezan okunurken ve ikâmet getirilirken cemaatin konuşmaması, mescid dışında bulunanların Kur'ân okumam&sı, selâm almaması, hasılı müez­zine icabetten başka bir işle meşgul olmaması icâb eder.

Hanefî âlimlerinden Hulvânî: "Dili ile müezzine icabet eden, fakat mescidde olup da müezzinin söylediklerini tekrarlamayan günahkâr olmaz" diyor . Bu sözlerden bilfiil ezana icabetin esas olduğu anlaşılıyor ki Reddu'l-Muhtâr'da bu mânâ şöyle ifâde ediliyor : "Ezana sözle icabet müs­tehab bilfiil icabet ise. vacibtir"[474]

10. Yine Hanefi ulemâsına göre, kişi her mescidden gelen ezan sesine değil, sadece kendi mahallesinin müezzinine icabet etmekle de mükelleftir.[475]



523. ...Abdullah b. Amr b. el-Âs, Resûlullah (s.a.)'ı şöyle buyu­rurken işitmiştir: "Müezzini işittiğiniz vakit, onun dediğini siz de söy­leyin. Sonra bana salavât getirin. Çünkü kim bana bir defa salavât getirirse, Allah da ona o salâvat sebebiyle on sevâb verir. Sonra Al­lah'dun benim için vesîle'yi isteyiniz. Çünkü vesile, Allah'ın kulların­dan (sadece) birine nasib olan cennette bir makamdır. Umarım ki o bir kişi ben olurum. Her kim benim için vesileyi isterse, ona şefaatim vâcib olur."[476]


Açıklama


Bu hadis-i şerifte ezan okunurken ezanı işiten kimselerin aynen müezzinin söylediklerini tekrar etmeleri istenmektedir ki,bunun nasıl olacağı bir evvelki hadiste genişçe anlatılmıştır.

Biz bu hadis-i şerifi açıklarken, hadisin içine aldığı ikinci mühim konu­yu teşkil eden Resûlullah (s.a.) üzerine salavât getirmenin hükmü üzerinde durmak istiyoruz.

Allah'm kuluna salât etmesinden murad rahmet ve mağfiret buyurmasıdır. Resul-i Ekrem (s.a.)'în "Benim üzerime salavât getirin" buyurmasın­dan maksat, benim dünyada şân ü şerefimin yükselmesi, sünnetimin yayılıp kuvvet bulması, ismimin yükselmesi, dinimizin ebediyete kadar hâkim ol­ması ve âhirette de şefaatçi olmam için Allah'a duâ ediniz demektir. Bu du­anın nasıl yapılması gerektiğini Buhârî, Sahîh'inde ve Ebû Dâvûd ileride gelecek olan 529 no'lu hadis-i şerifte şöyle rivayet etmişlerdir :


"Her kim ezanı işitir de, "Ya Rabbi, şu tam davetin ve daimî sulatın Rabbi olan Allahım! Muhammed'e vesileyi ve fazileti ver. O'nu va'd buyurduğun makam-ı Mahmûd'a gönder" derse, kıyamet gününde o kimseye şefaatim vâcib olur."

Ezan duası Ezan okunduktan sonra okunur ve şöyledir

EZAN DUASI ARAPÇA OKUNUŞU

أَللّٰهُمَّ رَبَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةِ التَّآمَّةِ وَالصَّلاَةِ الْقَآئِمَةِ اٰتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذ۪ى وَعَدْتَهُ

EZAN DUASI TÜRKÇE OKUNUŞU

Ezan Duası okunuşu şöyledir:

"Allahumme Rabbe hazihi'd-da'veti't-tamme. Vesselatil kâimeti ati Muhammedenil vesilete vel fazilete ved-dereceter-refîah. Vebashu makamen Mahmudenillezi veadteh. İnneke lâ tühlifü'l-mîâd."

EZAN DUASI TÜRKÇE ANLAMI

“Ey bu eksiksiz davetin ve kılınan namazın sahibi! Muhammed'e vesîle'yi ve fazîleti ver. O'nu, vaat ettiğin Makam-ı Mahmûd üzere dirilt"

EZAN DUASI FAZİLETİ

Ezan duasının hikmeti, pek çok alime göre güzellik ve ihsandır. Allah'ın peygamberi Hazreti Muhammed yanında gelen kimselere bu duanın ezandan sonra okunmasının çok hayırlı olacağını söylemiştir.

Kim ki bu duayı okursa, ona şefaat edeceğini, Allah'ın kendisini seveceğini dile getirmiştir. Ezan duası okunduktan sonra kişinin rahatlamasına, üstündeki yüklerin kalkmasına haizdir. Allah'ın izniyle bu duayı okuyanların üzerine Allah'ın rahmeti yağacaktır. Allah'ın rahmetine nail olunur. Şeytanın hilelerinden korunmak için bu dua bir kalkan gibidir. Hulasa şeytanın, duayı okuyan Müslümandan uzak durduğu söylenir. Kişi bu dua ile Allah'a şükür eder. Allah'ın gazabından yine Allah'a sığınır. Bu duanın okunması demek, ihsan ve şeref edinmektir. Okunan duanın fazileti güzelliktir, nur ve berekettir. Kim ki duayı okuyarak camiye gider ve namazını kılarsa, Allah'ın katında daha hayırlı kişi olur. Ezan duası kötülükten, haramdan korunmak için okunan duadır. Dua okunduğunda melekler insana daha çok yaklaşırlar.

Bu hadis-i şerifin zahirine bakılırsa müezzin de dahil olmak üzere, ezan sesini işiten herkesin ezandan sonra Resûlullah (s.a.)'e salavât getirmesi ve duâ etmesi müstehabdır. Zira müezzin de "sonra bana salavât getirin" emri içerisinde dâhildir. Ulemânın büyük çoğunluğu bu görüştedir.

Buhârî, Nesâî ve İmam Ahmed'in tahrîc ettikleri bir hadise göre, sahabe-i kiram Resûl-i Ekrem (s.a.)'e; "Ya Resûlallah sana nasıl selâm verileceğini biliyoruz. Fakat nasıl salât getireceğimizi ise, bilmiyoruz" deyince Resul-i Ekrem (s.a.);deyiniz"buyurmuştur.[477]

Hanefi alimlerinden Ayni; "Ezan okunurken okunanları tekrarlamak ve Resûlullah üzerine salavât getirmek vacibtir. Bilhassa ezan içerisinde Re-sûlullah'ın ismi duyulunca bunun ehemmiyeti iyice ortaya çıkar. Nitekim tmam Tahâvî Resûlullah'ın ismi zikredilince, salavât getirmenin vâcib oldu­ğuna hükmetmiştir" diyor.


Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri ile İlgili Hadisler

522-) Ebû Sa'îd el-Hudrî (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: Ezan sesini duyunca, müezzinin dediğini siz de söyleyiniz" ezan 7; Müslim, salât 10; Tirmizî, mevâkît 40; Nesâî, ezan 33; İbn Mâce, ezan 4; muvâttâ', nida 2; Ahmed b. Hanbel, III, 6, 53, 78.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Namaz Bölümü
Konu: Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri
523-) Abdullah b. Amr b. el-Âs, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken işitmiştir: Müezzini işittiğiniz vakit, onun dediğini siz de söyleyin. Sonra bana salavât getirin. Çünkü kim bana bir defa salavât getirirse, Allah da ona o salâvat sebebiyle on sevâb verir. Sonra Allah'dun benim için vesîle'yi isteyiniz. Çünkü vesile, Allah'ın kullarından (sadece) birine nasib olan cennette bir makamdır. Umarım ki o bir kişi ben olurum. Her kim benim için vesileyi isterse, ona şefaatim vâcib olur." salât, ll, Nesâî, ezan 37; Tirmizî, menâkıb I, Ahmed b. Hanbel; II, 168, 265, 365; III, 83.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Namaz Bölümü
Konu: Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri
524-) Abdullah b. Amr'den rivâyet edildiğine göre, bir adam; Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem) müezzinler faziletçe bizi geçtiler, deyince; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur : Onların (ezan okurken) söylediklerini sen de söyle (ezanın) sonuna erdiğinde de iste, istediğin verilir" b. Hanbel I, 172.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Namaz Bölümü
Konu: Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri
525-) Sa'd b. Ebî Vakkâs (radıyallahü anh)’den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir; Her kim müezzîn(in şehâdet getirdiğin)i duyunca " Ben de Allah'dan başka ilâh olmadığına, birliğine ortağı bulunmadığına, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şahitlik ederim. Allah'ı Rabb, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’i Resul ve İslâmi din olarak kabul ettim" derse bağışlanır." salât, 13; Nesâî, ezan, 38; Tirmizî, salât 42; İbn Mâce, ezan 4; Ebû Dâvûd, vitr 26; Dârimî, vesâyâ 4; Ahmed b. Hanbel, IV, 297, 303, 367.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Namaz Bölümü
Konu: Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri
526-) Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ)'dan rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); müezzini (eşhedü enlâ ilahe illallah, eşhedü erine Muhammeden Resûlüllah diyerek) şehadet getirirken duyunca, " Ben de, ben de" derdi. Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Namaz Bölümü
Konu: Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri
527-) Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)’dan Resûlüllahın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Müezzin, Allahu ekber, Allahu ekber" dediği vakit, sizden biriniz, " Allahu ekber, Allahu ekber" müezzin " Eşhedü en lâ ilahe illallah" dediği vakit, o da " Eşhedü enlâ ilahe illallah" müezzin " Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah " dediğinde o da, " Eşhedu enne Muhammeden Resûlüllah" ; müezzin " Hayye alessalah" dediği vakit, " La havle ve lâ kuvvete illâ billah" ; müezzin " Hayye ale'l-felâh" deyince o, " Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" ; Allahu ekber, Allahu ekber" , dediğinde, " Allahu ekber Allahu ekber" sonra müezzin " La ilahe illallah" dediği vakit, bütün kalbiyle " Lâ ilahe illallah" derse, cennete girer. salât 12.
Kaynak: Sünen-i Ebu Davud, Namaz Bölümü
Konu: Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

36. Müezzini Duyan Kişinin Söyleyecekleri

522- Ebû Sa'îd el-Hudrî (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

" Ezan sesini duyunca, müezzinin dediğini siz de söyleyiniz"

Buhâri, ezan 7; Müslim, salât 10; Tirmizî, mevâkît 40; Nesâî, ezan 33; İbn Mâce, ezan 4; muvâttâ', nida 2; Ahmed b. Hanbel, III, 6, 53, 78.

523- Abdullah b. Amr b. el-Âs, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken işitmiştir:

" Müezzini işittiğiniz vakit, onun dediğini siz de söyleyin. Sonra bana salavât getirin. Çünkü kim bana bir defa salavât getirirse, Allah da ona o salâvat sebebiyle on sevâb verir. Sonra Allah'dun benim için vesîle'yi isteyiniz. Çünkü vesile, Allah'ın kullarından (sadece) birine nasib olan cennette bir makamdır. Umarım ki o bir kişi ben olurum. Her kim benim için vesileyi isterse, ona şefaatim vâcib olur."

Müslim, salât, ll, Nesâî, ezan 37; Tirmizî, menâkıb I, Ahmed b. Hanbel; II, 168, 265, 365; III, 83.

524- Abdullah b. Amr'den rivâyet edildiğine göre, bir adam;

Ya Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem) müezzinler faziletçe bizi geçtiler, deyince; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur :

" Onların (ezan okurken) söylediklerini sen de söyle (ezanın) sonuna erdiğinde de iste, istediğin verilir"

Ahmed b. Hanbel I, 172.

525- Sa'd b. Ebî Vakkâs (radıyallahü anh)’den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir;

" Her kim müezzîn(in şehâdet getirdiğin)i duyunca " Ben de Allah'dan başka ilâh olmadığına, birliğine ortağı bulunmadığına, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şahitlik ederim. Allah'ı Rabb, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’i Resul ve İslâmi din olarak kabul ettim" derse bağışlanır."

Müslim, salât, 13; Nesâî, ezan, 38; Tirmizî, salât 42; İbn Mâce, ezan 4; Ebû Dâvûd, vitr 26; Dârimî, vesâyâ 4; Ahmed b. Hanbel, IV, 297, 303, 367.

526- Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ)'dan rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); müezzini (eşhedü enlâ ilahe illallah, eşhedü erine Muhammeden Resûlüllah diyerek) şehadet getirirken duyunca, " Ben de, ben de" derdi.

Sadece Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir.

527- Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)’dan Resûlüllahın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

" Müezzin, Allahu ekber, Allahu ekber" dediği vakit, sizden biriniz, " Allahu ekber, Allahu ekber" müezzin " Eşhedü en lâ ilahe illallah" dediği vakit, o da " Eşhedü enlâ ilahe illallah" müezzin " Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah " dediğinde o da, " Eşhedu enne Muhammeden Resûlüllah" ; müezzin " Hayye alessalah" dediği vakit, " La havle ve lâ kuvvete illâ billah" ; müezzin " Hayye ale'l-felâh" deyince o, " Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" ; Allahu ekber, Allahu ekber" , dediğinde, " Allahu ekber Allahu ekber" sonra müezzin " La ilahe illallah" dediği vakit, bütün kalbiyle " Lâ ilahe illallah" derse, cennete girer.

Müslim, salât 12.

٣٦ - باب مَا يَقُولُ إِذَا سَمِعَ الْمُؤَذِّنَ

٥٢٢ - حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ الْقَعْنَبِيُّ، عَنْ مَالِكٍ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَزِيدَ اللَّيْثِيِّ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ إِذَا سَمِعْتُمُ النِّدَاءَ فَقُولُوا مِثْلَ مَا يَقُولُ الْمُؤَذِّنُ ‏) .

٥٢٣ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَلَمَةَ، حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ، عَنِ ابْنِ لَهِيعَةَ، وَحَيْوَةَ، وَسَعِيدِ بْنِ أَبِي أَيُّوبَ، عَنْ كَعْبِ بْنِ عَلْقَمَةَ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ، أَنَّهُ سَمِعَ النَّبِيَّ صلّى اللّه عليه وسلّم يَقُولُ ‏(‏ إِذَا سَمِعْتُمُ الْمُؤَذِّنَ فَقُولُوا مِثْلَ مَا يَقُولُ ثُمَّ صَلُّوا عَلَىَّ فَإِنَّهُ مَنْ صَلَّى عَلَىَّ صَلاَةً صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ بِهَا عَشْرًا ثُمَّ سَلُوا اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لِيَ الْوَسِيلَةَ فَإِنَّهَا مَنْزِلَةٌ فِي الْجَنَّةِ لاَ تَنْبَغِي إِلاَّ لِعَبْدٍ مِنْ عِبَادِ اللَّهِ تَعَالَى وَأَرْجُو أَنْ أَكُونَ أَنَا هُوَ فَمَنْ سَأَلَ اللَّهَ لِيَ الْوَسِيلَةَ حَلَّتْ عَلَيْهِ الشَّفَاعَةُ ‏) .

٥٢٤ - حَدَّثَنَا ابْنُ السَّرْحِ، وَمُحَمَّدُ بْنُ سَلَمَةَ، قَالاَ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ، عَنْ حُيَىٍّ، عَنْ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ، - يَعْنِي الْحُبُلِيَّ - عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو، أَنَّ رَجُلاً، قَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ الْمُؤَذِّنِينَ يَفْضُلُونَنَا . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم ‏(‏ قُلْ كَمَا يَقُولُونَ فَإِذَا انْتَهَيْتَ فَسَلْ تُعْطَهْ ‏) .

٥٢٥ - حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ، حَدَّثَنَا اللَّيْثُ، عَنِ الْحُكَيْمِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ قَيْسٍ، عَنْ عَامِرِ بْنِ سَعْدِ بْنِ أَبِي وَقَّاصٍ، عَنْ سَعْدِ بْنِ أَبِي وَقَّاصٍ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ مَنْ قَالَ حِينَ يَسْمَعُ الْمُؤَذِّنَ وَأَنَا أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ رَضِيتُ بِاللَّهِ رَبًّا وَبِمُحَمَّدٍ رَسُولاً وَبِالإِسْلاَمِ دِينًا غُفِرَ لَهُ ‏) .

٥٢٦ - حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مَهْدِيٍّ، حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُسْهِرٍ، عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ عَائِشَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم كَانَ إِذَا سَمِعَ الْمُؤَذِّنَ يَتَشَهَّدُ قَالَ ‏(‏ وَأَنَا وَأَنَا ‏) .

٥٢٧ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى، حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ جَهْضَمٍ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ جَعْفَرٍ، عَنْ عُمَارَةَ بْنِ غَزِيَّةَ، عَنْ خُبَيْبِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ إِسَافٍ، عَنْ حَفْصِ بْنِ عَاصِمِ بْنِ عُمَرَ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ، عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ - رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ - أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ إِذَا قَالَ الْمُؤَذِّنُ اللَّهُ أَكْبَرُ اللَّهُ أَكْبَرُ فَقَالَ أَحَدُكُمُ اللَّهُ أَكْبَرُ اللَّهُ أَكْبَرُ فَإِذَا قَالَ أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ . قَالَ أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ . فَإِذَا قَالَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ قَالَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ ثُمَّ قَالَ حَىَّ عَلَى الصَّلاَةِ قَالَ لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللَّهِ ثُمَّ قَالَ حَىَّ عَلَى الْفَلاَحِ قَالَ لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللَّهِ ثُمَّ قَالَ اللَّهُ أَكْبَرُ اللَّهُ أَكْبَرُ قَالَ اللَّهُ أَكْبَرُ اللَّهُ أَكْبَرُ ثُمَّ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ مِنْ قَلْبِهِ دَخَلَ الْجَنَّةَ ‏) .


Kaynaklar:

Sünen-i Ebî Davud ve Tercemesi
İslam ve İhsan
ilimdunyasi
ayethadisbul
hadiskutuphanesi

Print this item

Dini-1 Allah Dostu Kime Denir? Birinin Allah Dostu Olduğunu Nasıl Anlarız?
Posted by: RasitTunca - 01-20-2025, 02:39 AM - Forum: Dini Genel Bilgiler - No Replies

Allah Dostu Kime Denir? Birinin Allah Dostu Olduğunu Nasıl Anlarız?

Allah dostu kime denir? Allah dostları ile nasıl beraber olunmalıdır? Allah dostlarından istifâde etmek için gençlerimiz nelere dikkat etmelidirler?
Allah dostları; dînin zâhir ve bâtınını ikmâl etmiş, nefsânî arzularını bertaraf etmiş, zühd ve takvâ yolunda kalbî merhaleler katetmiş, kendilerinin dâimâ ilâhî müşâhedenin / ilâhî kameranın altında bulunduğunu idrak hâlinde olan, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hâl ve ahlâkının zamana yayılmış zirve temsilcileridirler.
Onlar, Allah Rasûlü’nün tezkiye vazifesini devam ettiren, yani müsterşidi irşâd eden gönül rehberleridir.
Yine onlar, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâbından sonra örnek alınacak zirve şahsiyetlerdir. Zira onlar, ilim, irfan ve örnek ahlâklarıyla birer “Peygamber Vârisi”dirler.
Nitekim hadîs-i şerîfte:
“(Zâhir ve bâtınını ikmâl etmiş, ilmini irfan hâline getirmiş) âlimler, peygamberlerin vârisleridir.” buyrulmaktadır. (Ebû Dâvûd, İlim, 1)
Yine Hak dostları;

  • Îman lezzetine, duygu derinliğine, davranış mükemmelliğine nâil olmuş;
  • Bütün gayretleri, insanlığı kötü huylardan ve nefsânî ihtiraslardan kurtararak güzel ahlâka ve mânevî olgunluğa eriştirmek olan;
  • Kendilerini ümmetten mes’ûl gören, âlim, ârif ve sâdık mü’minlerdir.
Allah, onlara karşı nasipli gönüllere apayrı bir sevgi vermiştir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Îmân edip de sâlih amellerde bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96)
Bunun içindir ki dostluğun Allah’taki kaynağına ulaşan Şâh-ı Nakşibend, Geylânî, Mevlânâ, Yûnus, Hüdâyî ve emsâli Hak dostları, ebediyyen bütün insanlığın dostu oldular. Sevdiler, sevildiler. Dünya hayatlarından sonra da dostluk ve muhabbette ebedîleştiler, fânî gök kubbede hoş bir sadâ bıraktılar.
Fânî hayatlarından sonra âdeta gönüllerde hayat sürdüler. Menkıbeleri, nasihatleri, kitapları, şiirleri ve hizmetleri unutulmadı. Hâlâ yaşayan birçok kimseden daha fazla ziyaretçileri var.
Az evvel Mevlânâ Hazretlerini ziyaret ettik. Kendi kendimize soralım:
“Kim diri, kim ölü?..
Benim günde kaç tane ziyaretçim var, Mevlânâ Hazretleri’nin türbesini günde kaç kişi ziyaret ediyor?
Bana kaç tane duâ eden var, Mevlânâ’ya günde kaç sefer, kaç bin kişi Fâtiha okuyor?..
Hazret-i Mevlânâ vefat edeli yedi yüz küsur sene oldu, Mesnevî’si, Dîvân-ı Kebîr’i yedi asırdır devam ediyor…”
Demek ki Cenâb-ı Hak sevdiği kulunu âbâd ediyor.
Âhiret, çok dehşetli bir âlem. Fakat Cenâb-ı Hak, dostluğuna erişenlere orada da te’minat veriyor:
“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, îmân edip de takvâya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da âhirette de onlara müjde vardır. Allâh’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” (Yûnus, 62-64)
HAK DOSTLARINI NASIL TANIRIZ?
Rivâyete göre Ashâb-ı Kirâm:
“–Allâh’ın velî kulları kimlerdir?” diye sorduklarında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Onlar, yüzlerine bakıldığında Allah Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir.” buyurmuştur. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 78; İbn-i Mâce, Zühd, 4)
HAK DOSTLARININ FÂRİKALARI NELERDİR?
Ârif ve edip bir zât olan Ebû Abdullâh Sâlimî’ye:
“–Hak dostlarını halk içinde nasıl ayırt edersiniz?” diye sorarlar. O da şu cevâbı verir:
“–Lisanlarındaki halâvetle (yani tatlı dilli olmalarıyla),
–Ahlâklarındaki letâfetle (yani güzel ve ince düşünceli olmalarıyla),
–Muâmelelerindeki zarâfetle,
–Hâl ve istikâmetlerindeki takvâ ile,
–Sîmâlarındaki beşâşet (tebessüm) ve beşâret (müjdeleyicilik) ile,
–Nefislerindeki sehâvet ve diğergâmlıkla,
–Özürleri kabul edişlerindeki cömertlikle,
–Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkatlerindeki coşkunlukla.”
Yine Hak dostları;
  • Hamd, rızâ, şükür ve zikir hâlindedirler.
  • Dâimâ tefekkür derinliği içinde, hikmetlere âşinâ olarak yaşarlar.
  • Mâlâyânîden uzaktırlar. Mânevî heybet ve vakar sahibidirler.
  • Gurur, kibir ve enâniyeti terk etmişlerdir. Mahviyet ve tevâzu sahibidirler.
  • Lâyıkına muhabbet, müstahakkına nefret duyarlar.
  • Ümmetin derdiyle dertlidirler. Gönülleri bir rahmet dergâhıdır.
  • Hâdisâtın akışından kendilerini mes’ûl addederler.
  • Kimseyi incitmez ve kimseden incinmezler.
  • Bâr olmazlar yâr olurlar. Fedakâr, diğergâm ve hizmet ehlidirler.
  • Firâset ve basîret sahibidirler.
Hak dostlarından istifade için; kalbî beraberlik îcâb eder.
Bunun yolu da hâl ve fiil beraberliğidir.
“Kişi sevdiği ile beraberdir.”
[1] sırrınca seven sevdiğinin vasıflarına bürünmeye çalışmalıdır.
Kalbî beraberlik olmazsa fizikî beraberlik hiçbir şey ifade etmez. Bunun içindir ki;
“Yemen’deki yanımda, yanımdaki Yemen’de...” denilmiştir.
Tasavvufta Allah dostlarıyla kalp ve hâl beraberliğini sağlamaya “râbıta” denmiştir. Râbıta, seven ile sevilen iki kalp arasındaki muhabbet akışı, âdeta bir cereyan hattıdır.
“Râbıta”nın en güzel ifadesi; en üst seviyede baktığımız zaman, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- arasındaki muhabbettir. Bu öyle bir muhabbet idi ki, Ebûbekir Efendimiz, Allah Rasûlü’nün yanında dahî O’na hasretti.
Efendimiz’in irtihâlinden sonra da öyle bir hasret içindeydi ki, Âişe -radıyallâhu anhâ- babasının vefât ânında, Hazret-i Peygamber’e duyduğu vuslat heyecanını şöyle ifade eder:
“Babam Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ölüm hastalığında;
«–Bugün hangi gündür?» diye sordu.
«–Pazartesi.» dedik.
«–Eğer bu gece ölürsem beni yarına bekletmeyiniz! Zira benim için gün ve gecelerin en sevimlisi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e en yakın olanıdır. (Yani O’na bir an evvel kavuşacağım andır.)» dedi.” (Ahmed, I, 8)
HZ. DAVUT’UN (A.S.) DUASI
Dâvud -aleyhisselâm-’ın bir duâsıyla bitirelim:
“Allâh’ım! Sen’den Sen’i sevmeyi, Sen’i seven kişiyi sevmeyi, Sen’in sevgine medâr olacak amel-i sâlihleri isterim…” (Tirmizî, Deavât, 72)

ALLAH DOSTU OLABİLMEK



Dost kelimesi güzel Türkçemizde; Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi anlaşılan kimse, düşman karşıtı anlamında isim olarak kullanılır. Arapçada ise dost ve yakın anlamında  “veli” çoğulu “evliyâ” kelimesi  kullanılır. Kur’anı Kerimde; “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.” (Yunus 62,63) buyrulur.

“vallâhu veliyyul mu’minîn” “Allah mü’min’lerin dostudur”.(Al-i İmran, 68)

“O’nun evliyâsı (dostları, yakınları-yardımcıları) sadece takva sahipleridir.” (Enfâl 34)

“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.” (Maide 55)

“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.” (Bakara, 257)

Veli demek: Allah dostu yani Allah’ın buyruklarına tabi olup, inanıp itaat eden kimseler demektir.  Allah a dost olmuş,  Allah’ı seven ve Allah’ın da onları sevdiği kulları demektir. Yukardaki  ayette ise, "Allah müminlerin velisi, dostudur" buyrulmakta, ve öyle olunca, iman edip itaat eden, Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından sakınan kulları, Allah’ın dostlarıdır.

Bunlar ve benzeri ayetlerde müminlerin Allah-u Teala’nın dostu olduğu vurgulanır. Evet, bütün müminler Allah-u Teala’nın dostudur ancak, her mü’minin dostlukta derecesi ve sevgi seviyesi bir değildir.

Bu konu hadislerde de şöyle geçmektedir:

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular; "Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum.” (Buhârî, 38;İbn Mâce, Fiten 16)

"Onlar (Allah'ın velîleri) öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir." (Dürrü'l
Mensur, 4/370; naklen Elmalılı, 4/495).

"Kişi, dostunun dini üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin!" (Tirmizî, Zühd 45 hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178) "İnsan, dostunun dinindedir.Bundan dolayı dost edineceği kişiye dikkat etsin." (Riyâzü's-Sâlihîn, 1/398)

İşte, Allah dostlarından biri olduğuna inandığımız İbrahim Bin Ethem ile onu Allah için seven biri arasında geçen diyalok ve İbrahim Bin Ethem ona saydığı 5 tavsiyesi şunlardır.

İbrâhim Edhem’i Allah için seven bir kimse bir gün onun ziyaretine geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah dostu İbrâhim! Sana özeniyorum. Çünkü sen, insanların peşinden koştuğu dünya saltanatını ve dünya zevklerini elinin tersi ile ittin ve Allah dostlarının yolunu seçtin. Ben seni Allah için seviyorum ve senin yolundan gitmek istiyorum. Ancak ben, nefsimin günah tutkusundan kurtulamıyorum ve yaptığım tövbelere bağlı kalamıyorum”.

İbrâhim Edhem dedi ki: “Sana beş tavsiyede bulunayım. Eğer bunları can kulağı ile dinler ve gereğini yaparsan, nefsinin günah tutkusundan kurtulur ve Allah dostlarının yoluna girersin”.

O kimse: “Peki bu beş tavsiye nedir?” diye sorunca, İbrâhim Edhem dedi ki:



1- Günah işleyeceğin zaman, Allah’ın yarattığı rızkı (gıdayı) yeme! Çünkü hem Allah’ın yarattığı rızıkları yiyeceksin hem de O’na isyan edeceksin, bu olmaz ve insanlıkla bağdaşmaz.

2- Günah işleyeceğin zaman, Allah’ın mülkünden çık ve başka bir yere git! Çünkü Allah’ın mülkünde oturup O’na isyan etmen, apaçık bir nankörlüktür ve insanlık dışı bir davranıştır.

3- Günah işleyeceğin zaman Allah’ın görmediği bir yere git ve orada günah işle! Çünkü Allah’ın huzurunda günah işlemen, gafletin de ötesinde çılgınlıktır ve insanlık dışı bir davranıştır.

4- Hiç beklemediğin bir anda ve beklemediğin bir yerde Azrâil (a.s.) karşına dikilince, O’na de ki: “Ey Azrâil! Sen vakitsiz geldin. Çünkü benim daha çook işlerim var. Bak kızım evlenecek, oğlum askere gidecek, eşim ameliyat olacak ve torunum da sünnet olacak. Ayrıca evim yarım, işim yarım ve ödenecek borçlarım (çeklerim, taksitlerim) var. Bunlarla uğraşırken namaz kılmaya ve tevbe etmeye vakit de bulamadım. Sen şimdi git de, işlerimi tamamlayınca ve kaza namazlarımı kılınca gelirsin, de!” O kimse dedi ki: “Ben Azrâil’e şimdi git, sonra gel diyemem ki!”


Bunun üzerine İbrâhim Edhem: “Azrâil’e şimdi git, sonra gel diyemeyeceğini bildiğin halde nasıl günah işliyorsun” deyince, o kimse ağlamaya başladı ve “Beşincisi nedir?” diye sordu.


5- Mahşer yerinde sevapların ve günahların tartıldığı zaman, eğer sevabın hafif (az) gelirse, Allah (c.c.) zebânilere emir verecek.

“Onu tutun, (elini boynuna) bağlayın, sonra onu cehennem’e atın” (Hâkka, 30-31)
“İşte o zaman zebânilere karşı diren, ellerinden kaç ve cehenneme gitme!” O kimse yine ağladı ve tek bir kelime konuşamadan İbrâhim Edhem’e sarılıp ayrıldı.

Kıymetli dostlar; sahip olduğumuz maddi ve manevi bütün değerlerimizi bizlere lütfeden Kerim olan Rabbimizdir. O’na layık kul olmak ve sorumluluklarımızı yerine getirmek bizlerin zaten yaratılış gayesidir.  Ama Allah, bu yaptıklarımıza karşılık bir de dostluğunu/yakınlığını lütfetmektedir.

Kısaca, dostu Allah olana ne gam ne keder,

Dostun Allah değilse, tüm varlığın ne eder!..

Dünyan ayrı bir dert, ahiretin ayrı bir keder,

Olmuşsun zaten perişan ve derbeder,

Ey zalim nefis, buna da diyemezsin kader!

Çünkü Kur’an ve Peygamber yolu Hakka gider.

Yolu Kur’an ve Peygamber olana selam ve dua eder(im), Allaha emanet olun aziz dostlar.

Birinin Allah Dostu Olduğunu Nasıl Anlarız?

Allah dostları nasıl anlaşılır? Hak dostları halk içinde nasıl ayırt edilir?

Rivâyete göre Ebû Abdullah es-Sâlimî’ye:
ALLAH DOSTLARI NASIL ANLAŞILIR?

“–Hak dostlarını halk içinde nasıl ayırt edersin?” diye sorarlar. O da şu cevâbı verir:

    “–Lisanlarındaki halâvetle (tatlılıkla),
    ahlâklarındaki letâfetle (güzellikle),
    yüzlerindeki beşâşet ve beşâretle (tebessüm ve müjdeleyicilikle),
    edâlarındaki zarâfetle,
    nefislerindeki sehâvetle,
    özürleri kabul edişlerindeki cömertlikle,
    iyi-kötü herkese karşı şefkatlerindeki coşkunlukla…”

Mevlânâ Hazretleri’nin bizzat yaşayıp insanlara telkîn ettiği şu düsturlar da bu husûsiyetin bir başka tezâhürü mevkiindedir:

“Şefkat ve merhamette Güneş gibi ol!

Başkalarının kusurlarını örtmekte gece gibi ol!

Sehâvet ve cömertlikte akarsu gibi ol!

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol!

Tevâzu ve mahviyette toprak gibi ol!

Olduğun gibi görün; göründüğün gibi ol!..”


  Allah'ın Kuluna Dost Olmasının Belirtileri Allah’ın Kuluna Dost Olmasının Belirtileri
  İnsanın aklına mutlaka gelir;
  –‘Allah’a dost olmak için ellerimden geleni yaptım diyelim… Peki, dostluğun; tarafından kabul görüldüğünü nasıl anlayacağım? Yok mu bunun belirtileri?
  İlla ki var!
  Kur’an-ı Kerim’de;
  –‘Onlar ki…’ diye başlayan bütün ayetler Allah dostlarının vasıflarını sıralar…
  Kitabımızın bu bölümünde; Allah’ın kuluna dost olmasının belirtilerini maddeler halinde göreceğiz.  Her başlığı uzun uzadıya açıklayamayacağım. Bir iki ayet, hadis ve Allah dostlarının yaşantılarından anektodlar düşeceğim… Şunu da unutmayalım ki, Allah-u Teala dost seçtiği kişilere bazı amelleri sevdirmiştir. O yüzden onlar zevkle salih ameller işlerler.
  Darısı bizim başımıza deyip dosyamızı açalım.
  Allah’ın Kuluna Dost Olmasının Belirtileri
  1. Gaybe İman Ettikleri Görülür
  ‘Onlar gayba inanırlar…’ (Bakara: 2/3)
  Hem de öyle bir inanmışlardır ki, bu imanla ne rızık endişesi yaşarlar ne de kader noktasında takıntıları olur.
  Onlar sadece şunu söylerler;
  ‘Allah var, Problem yok!’
  2. İbadetlerini Vaktinde Yaptıkları Görülür
  Allah dostlarının kelime hazinesinde, belki de en az kullanılan kelimeler;  ‘Yarın, sonra, hele bir bakalım, daha vakit var, emekli olduktan sonra, daha genciz’dir.
  İş öncesi,  Onların en çok kullandığı kelimeler;
  ‘Şimdi, hemen, ne duruyorsun’dur.
  Herhangi bir infak talebinde kem küm yapmadan, yüz rengi değişmeden ve en az kullanılan cümleleri sarfetmeden elleri cebine gidiyorsa onda Allah’ın dostluk pırıltıları var demektir.
  Diğer ibadetlerde de hızlıdırlar;
  ‘Ve onlar ki namazlarına devam ederler. (korurlar). (Mü’minun: 23/9)
  Herhangi bir müslümanın başı sıkıştığında onu ilk arayan ve olay mahalline ilk gelen kişide Allah’ın dostu olma alametlerini görebilirsiniz.
  3. Namazlarında Huşu İçindedirler
  Allah dostları ikindiye on dakika kala öğlen namazlarını kılmaya çalışmazlar. İbadetleri vaktinde eda etmeye alışık oldukları ve ibadetlerinden zevk aldıkları için vaktin girmesini sabırsızlıkla beklerler.  Ve namazla Allah’a yaklaşacaklarını bildikleri için namazlarında huşu içindedirler… Secde’yi çok iyi değerlendirirler…
  ‘Onlar ki namazlarında huşu içindedirler.’ (Mü’minun: 23/2)
  Camiye girerken, cami içinde gördüğünüz kişi sizden sonra camiden çıkarsa O’nda bu ayetin tecellisini görebilirsiniz.
  4. Onlar ki Boş ve Yararsız Şeylerden Uzaklaşırlar
  Allah-u Teala, dost seçtiği kişilere vaktin değerini ve önemini bir şekilde ilham etmiştir… O yüzden vakitlerini pirim getirmeyen işlerde harcamazlar…  Geyik muhabbeti yapılan yerde ilk ayrılan, ecir pazarına ilk koşan kişiye dikkatli bakın…
  ‘Onlar ki; boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler’ (el-Mü’minun: 23/3)
  5. Onlar ki İffetlerini Korurlar
  Ne ferdi hayatlarında ne de ailevi hayatlarında en küçük bir iffetsizliğe rastlayamazsınız. Olabildiğince namuslarını korurlar…
  ‘Ve Onlar ki iffetlerini korurlar.’ (Mü’minun: 23/5)
  6. Onlar ki Emanetlerine ve Ahitlerine Riayet Ederler.  İnsanın aldıkları emanetleri korumaları, o insanı ya da aldığı emaneti çok sevdiğinden, ya da emanet sahibinden çok korktuğundan emaneti muhafaza etmez.  Allah dostları, aldığı emanetin arkasında Allah’ı görürler… Ve koruyacaklarına dair Allah’a söz verirler…  O yüzden oldukça hassastırlar… Aynı şekilde verdikleri sözde durmaları da Allah içindir.
  ‘Yine onlar ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.’ (Mü’minun: 23/8)
  7. Dünyevi Hiçbir Menfaat Beklemezler
  Hem ne diye beklesinler ki?.. Onlar, Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’ın şu hadisini tüm hücreleriyle sindirmişlerdir adeta;
  Ebu’l-Abbas Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh) dedi ki: Bir gün Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’ın terkisinde idim. Şöyle buyurdu:
  “Ey oğul, ben sana bir kaç kelime öğreteyim. Allah haklarını koru ki, O da seni korusun. Hukukullahı gözet ki, O’nu karşında bulasın. Dileyecek olursan, Allah’tan dile. Yardım isteyecek olursan, Allah’tan yardım iste! Şunu bil ki, eğer bütün insanlar (en ufak) bir şey ile sana faydalı olmak için bir araya toplanacak olsalar Allah’ın senin için yazmış olduğundan başka bir şeyle fayda sağlayamazlar. Eğer sana her hangi bir şeyle zarar vermek için bir araya toplanacak olsalar, Allah’ın senin aleyhine yazmış olduğu bir şeyden başkasıyla sana zarar veremezler. (Çünkü) kalemler kaldırılmış sahifeler (in mürekkebi) kurumuştur.”
  Tüm imkan ve olanakları yaratan dururken, neden ikinci ele başvursunlar ki?
  Bu sebeple insanlardan dünyevi bir çıkar beklemezler.
  8. Dünyada Misafir Gibi Görünürler.  Ahiret endeksli bir hayat yaşadıkları için dünyaya pek yatırım yapmayı düşünmezler. İmtihan salonu olan bu dünyanın cazibesine pek kaptırmazlar kendilerini…  Dert ve tasaları Rablerinin rızasını kazanmak olduğu için dünyevi dertleri problem etmezler. Konuşmalarında ve bire bir nasihatlerinde şu gerçek üzerinde dururlar:
  İbn Ömer, Allah Rasulu’nün kendisine şöyle dediğini nakletti:
  –Dünyada bir garip gibi ol veya geçici bir yolcu gibi ol.’ İbn Ömer dedi ki;
  ‘Sabahladığında akşamı bekleme, akşamladığında da sabahı bekleme.
  9. Lükse Önem Vermezler
  Cennette lüks bir hayat yaşamayı kafalarına koydukları için ihtiyaçları dışındakilerini yatırıma kullanarak;
  ‘… Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. “İhtiyaçtan fazlasını” de…’ (Bakara: 2/219) ayetini yaşarlar… Yine, kitaplarında modaya yer yoktur ve israfı sevmezler…
  Hazreti Ömer (radıyallahu anh)’ın şu sözü başlığımızı yeterince aydınlatıyor:
  ‘Üç şey dışındakiler senin değildir. Yediğin, içtiğin ve giyip eskittiğin.’
  10. Ecir Avcısıdırlar
  Allah-u Teala, kendisine dost seçtiği insanlara bazı amelleri sevdirmiştir… Kimine, insanlara hizmet etme amelini sevdirmiş. Kimine ilim ruhunu, kimine infak bilincini, kimine gece ibadetlerini sevdirmiştir… Ama bazı Allah dostları var ki tabiri caizse tam bir ecir avcısıdırlar…  Daha çok amel işlemek için pusuda beklerler… Gördükleri avı (ecir) asla ellerinden kaçırmak istemezler…
  11. İbadetlerinde Lezzet Alırlar
  Allah-u Teala, sevdiği kullarının cennetteki derecesini yükseltmek için imanlarını artırır. Artan iman da salih amellere yansır…
  Kur’an okurlar;
  Kur’an okumalarından aldıkları lezzet, diğer okurlardan farklı olur;
  ‘Ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. (Kur’an okumak) Onların saygısını artırır.’ (İsra: 17/109)
  Namaz kılarlar;
  Kıldıkları namazlardan aldıkları lezzet başlarını döndürür.
  Okuyoruz;
  (Tabiinlerden) Müslim b. Yesar hakkında şöyle rivayet edilir;
  Müslim b. Yesar namazda iken az veya çok herhangi bir şeyle ilgilendiğini hiç görmedim. Bir gün mescidin bir kısmı yıkılmış çarşıdakiler panik göstermişler. Osman b. Yesar mescidde namaz kıldığı halde bu duruma hiç aldırış etmemişti. Şevzeb şöyle demiştir:
  –Müslim b. Yesar evde namaz kılacağı zaman ev halkına, “Konuşun… Ben, sizin konuştuklarınızı duymuyorum.” derdi. O eve geldiğinde ev halkı hiç konuşmaz, namaza durduğunda konuşur, gülerlerdi.
  Allah’ı zikrederler;
  Zikirleri diğer insanların zikirlerinden farklı olur;
  ‘Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi Cehennem azabından koru.’ (Ali İmran: 3/191)
  İnfak ederler;
  İnfak anlayışı diğer müslümanların infak anlayışından oldukça farklıdır;
  ‘… kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler…’ (Haşr: 59/9)
  12. Herkes Tarafından Sevilirler
  Bu başlığımızı daha önceki bölümlerde az da olsa açıklamıştık. Şimdi de bir insanın birçok kişi tarafından sevilmesini Allah’ın sevgisinin belirtileri başlığı altında inceleyelim.
  Allah-u Teala, kulları tarafından sevilince, sanki kullarına jest yapıyormuş gibi diğer insanların kalbine o kuluna karşı sevgi ilham eder…:
  Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’dan.
  Rasulûllah (sallallahu aleyhi vesellem) dedi ki;
  –‘Allah bir kulu sevdiğinde Cebrail’e söyler:
  –‘Ben filancayı seviyorum, sen de sev.
  Cebrail o filanı sever ve semadaki meleklere;
  –‘Rabbiniz, filancayı seviyor, ben de seviyorum siz de sevin’ der.
  Semadaki bütün meleklerde onu sever.
  Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi vesellem) dedi ki;
  –‘Yerde ona kabul defteri açılır. Birine kızdığı zaman da aynısını söyler.
  Bu, dünyadaki mükafattır… Tabi bir de cennetteki mükafat vardır ki, baş döndürür…
  Bir insanın diğer insanlar tarafından sevilmesi bazı nedenlere dayanır;
  1. Doğru sözlü olmaları
  2. Emanete ihanet etmemeleri
  3. İnsanların mallarında ve namuslarında gözleri olmamaları
  4. Tebessümlü olmaları
  5. Kavgacı ruhlu olmamaları
  6. Kendine ve çevresine saygılı olmaları vs.
  Bu tür vasıfları barınanlar insanların sevgisini üzerlerine çekerler…
  Bu tür vasıflara sahip olmakta Allah’ı sevip O’na dost olmakla mümkün olur ancak…
  Eğer çevreniz tarafından hiçbir menfaat beklenilmeden seviliyorsanız, bilin ki Allah da sizi seviyor.
  13. Konuşmalarında ‘Bence’ Kelimesine Pek Rastlanmaz. Akıllarını ‘vahye’ sattıkları için her konuda ‘vahye’ (Kur’an ve Sünnete) danışırlar. Herhangi bir konu için;
  “Allah buna ne der?
  Peygamber bu konu hakkında ne demiş?
  Ulemalarımızın görüşü ne?” diyerek pek de kendi görüşlerini beyan etmezler.
  ‘Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasul’e götürün (Onların talimatlarına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. (Nisa: 4/59)
  14. Allah’tan Başkasından Korkmazlar. Allah dostları şu gerçeği çok iyi bilirler;
  Tüm dünya bir araya gelse, ancak Allah’ın takdir ettiği kadar zarar verebilirler…
  İşte bu gerçeğe iman etmiş olmaları, kalblerindeki Allah dışında tüm korkuları söküp atar…
  Neden korkacaklar?
  Başlarına gelmeyecek musibetin isabet etmesinden mi?.. Yazılmamışsa zaten kimse zarar veremez. Yazılmışsa da hiç kimse merhamete gelip o zararı def edemez… Onlar Allah’ı sevdiler ve bu sevgi diğer korkuların silinmesini sağladı.
  ‘Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. (Hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar.) Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütuftur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir. (Maide: 5/54)
  Sevgi ve korkunun giriş ve çıkışları kalbde gerçekleşir… Kalbin tasarrufu kimin elinde?
  15. Dilleri Zikirle Islaktır
  Günün her saatinde ve her ortamda Allah’ın gücünü, büyüklüğünü ve sanatını gördükleri için hayranlıklarını dile getirirler…
  ‘Subhanallah’
  ‘Elhamdulillah’
  ‘Allahuekber’
  Allah’ın, zikredilmeyi çok sevdiğini bildikleri için dillerini en çok bu yönde kullanırlar…
  16. Saatlerini Gece 2.30’a Kurarlar
  O saatte kalktıklarını Allah’tan başkasının görmemesi için oldukça dikkat ederler. Gecenin mutluluğunu ve muhabbetini yalnızca Allah ile paylaşmak isterler. O saatlerin önemini Allah dostları bakınız nasıl dile getiriyorlar;
  Ata b.ebi Rabah;
  “Gece namazı, bedene ve bütün organlara kuvvettir. Bu namaza kalkan kimse, sevinçli ve huzurlu olur. Kalkmayan üzüntülü ve kalbi kırık olur. Kendini bir şey kaybetmez gibi hisseder. Gerçekten de o çok faydalı şey kaybetmiştir.
  Hazreti Ebu Bekir, son anlarının yaklaştığını hissedince, kendinden sonra halife olacak Hazreti Ömeri çağırarak şu vasiyette bulundu:
  “Ey Ömer! Allah’tan kork ve bil ki Allah’ın gece yerine getirilmesi gereken hakları var, onları gündüz kabul etmez; gündüz yapılması gereken hakları var onları da gece kabul etmez.
  Hazreti Ömer, çoğu gün uyuyacak zaman bulamadığı için, oturduğu yerde uyukladığı olurdu. “Gündüz uyusam halkın işlerini göremem, gece uyusam Allah’tan gelecek payımdan mahrum kalırım” derdi.
  Selman-ı Farisi, gece karanlığında namaz kılmaya başlar, yorulduğunda ise dille zikreder, yine yorulunca ağlar, bundan da yorulunca ayet ve azamet-i ilahiyyeyi tefekkür ederdi. Sonra kendi kendine “İstirahat ettin, haydi kalk!” der ve namaza devam ederdi. Bir süre namaz kıldıktan sonra “İstirahat ettin, artık zikir yap!” der ve zikre başlardı. Böylece gecesini hep namaz, zikir ve tefekkürle geçirirdi.
  Allahû Teâlâ’nın, bir insana gece vaktini sevimli kılması demek; O insana birçok lutufta bulunmuş demektir…. İşte bu yüzden; saatlerini çoğunun kurmadığı bir saate kurarlar…
  17. Yürüyen Kur’an Çağrışımı Yaparlar.  Allah’a dost olan bir insan, Allah’ın emir ve yasaklarının dışına çıkmaz. Allah’a olan itaatlerini amelleriyle ispat etmeye çalışır.
  Bunun için, Kur’an’dan aldıkları her on ayeti yaşadıktan/pratiğini yaptıktan sonra bir on ayet daha alırlar… Gün gelir, kağıt üzerindeki ayetler insan amelinde sergilenir…
  İşte Allah dostları, konuşmalarıyla, görüşmeleriyle, nasihatlarıyla, üzülmeleriyle, ticaretleriyle, komşuluk ilişkileriyle, adaletli oluşlarıyla, edepli oluşlarıyla, kardeşlik hukukunu gözetmeleriyle, yardımlaşmalarıyla, adeta Kur’an’dan inciler sergilerler…
  Onlar, insanlar için iyi bir Kur’an fihristidirler… İstediğin ayeti onların amellerinde bulabilirsiniz…  Ne mutlu O Allah dostlarına ki Kur’an’ı bedenlerine giydirdiler…
  18. Hiç Kimsenin Kınamasından Çekinmezler.  Allah’ın tüm insanlara tavsiye ettiği bu büyük dini seçerken hiç kimseye danışmayan Allah dostları hiç kimsenin kınamasına da kulak vermezler… Çünkü, Allah ile yapmış oldukları dostluk sözleşmesinde şu ibarelerin altına imza atmışlardır:
  1. Senden başka hiçbir ilah yoktur Allah’ım!
  2. Tüm canlıların rızkını Sen verirsin!
  3. Her şey Senin kontrolünde
  4. Senin ya da bir başkasının rızası arasında kaldığımda, senin rızan diyeceğim.
  İşte bu yüzden hiç kimsenin kınamalarına aldırış etmezler ve korkmazlar…
  Eğer haklı olduklarına inanıyorlarsa, çürütücü deliller dışında hiçbir göç onların kararını bozamaz! (Allah’ın izniyle).
  19. Canlarını Her An Vermeye Hazırdırlar.  Allah’a dost olmaya çalışan bir insan, her an patlamaya hazır bir bomba olan bir insandır. Ecir avcısı olarak da tanınan Allah dostları, nefse en ağır gelen amellere de talip olurlar;
  ‘Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip O yolda canını vermiştir; kimi de (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir. (Ahzap: 33/23)
  Bir an önce gerçek dosta kavuşabilmenin hesabını yaparlar… Bu arzu ve istekleri hem çokça salih amel işlemelerini sağlar hem de şehadet kervanına katılmadan önce rezervasyon yaparlar… Adları okunduğunda;
  ‘Tüm imanım ve aşkımla, işte buradayım’ derler.
  20. Yoklukta Bile Varlıklı Görünürler.  Allah dostları, yokluk zamanlarının en iyi ilacı olan sabır ve tevekkülü kullanırlar… Hiçbir şekilde insanların ellerine bakmazlar… Taleplerini gerçek dosttan yana kullanırlar… Böylelikle onurlu ve izzetli bir şekilde hayatlarına devam etmiş olurlar.
  21. Kardeşlerini Kendi Nefislerine Tercih Ederler.  Bu tercihleri Allah’a olan sevgilerinden kaynaklanır. Allah dostları için bir kardeşe hizmet etmek demek, Allah’a hizmet etmek demektir.
  Allah’a karşı sevgi ve saygıları; kardeşleri için her türlü riski göze alacak kadar ileridedir.
  Bu paragrafı okurken, inanıyorum ki birçoklarınızın aklına Uhud’da tarihe altın harflerle işlenen kardeşlik örneği aklınıza geldi. Uhud’da ne olmuştu?
  Uhud’da, yaralı mücahidler, ihtiyacı olduğu halde kendilerine uzatılan suyu içmeyip diğer kardeşlere verilmesini istemişlerdir. Onlar da aynı fedakarlığı gösterip diğer kardeşe verilmesini istemişlerdir… Yaralıların hepsi şehid olur, su bardakta kalır…
  Allahû Ekber!
  Bir insan nasıl olur da kardeşini nefsine tercih eder? Nedir bu işin sırrı?Bir Allah dostu bunu şöyle açıkladı.  Müslüman kardeşin, birçok soruları barındıran imtihan sorundur. Çözdükçe Allah’ın rızasını kazanırsın. Yani müslüman kardeşinin arkasında Allah’ı göreceksin.  Durum böyle olunca o müslüman, gözünde değer kazanır. O müslümanı kırmak istemezsin… Soruyu beğenmeyen bir öğrenci nasıl başarılı olabilir ki?
  Müslümanı sev, Allah da seni sevsin.
  Müslümanın kusurunu gizle, Allah da senin kusurlarını gizlesin.
  Müslümanın ihtiyacını karşıla, Allah da senin ihtiyacını karşılasın.
  Müslümana ikram et, Allah da sana ikram etsin.
  Müslümanı nefsine tercih et, Allah da sana değer versin.
  Hiçbir menfaat beklemeden yaranıza kan veren bir müslüman görürseniz, biliniz ki Allah size dostunu göndermiş de ders almanızı istemiş.
  22. Hücrelerinde Kibir Virüsüne Rastlanmaz.  Kibirlenmeyi hak edecek hiçbir malzemeye sahip olmadıklarını bildikleri için kibirlenmenin yanından bile geçmezler.
  Kibirlenenlerin akibetinin ne olacağını adı gibi bilirler;
  ‘Onlara: İçinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü! denilir.’ (Zümer: 39/72)
  23. Bulundukları Her Ortamda Allah’ın Rızasını Ararlar.  Susmaları gereken yerde konuşmazlar, konuşmaları gereken yerde de kesinlikle susmayı tercih etmezler…
Kalkmaları gereken yerde kalkarlar, beklemeleri gereken yerden de bir yere ayrılmazlar… Yeter ki O amellerde Allah’ın onayı olsun!
  24. Sabır Ve Şükür, Hayatlarının Vazgeçilmez İkilisidir.  Allah’ın; hangi vasıfları taşıyan müslümanları sevdiğini bildikleri için sonunda sabrı getiren amelleri işlemeye çalışırlar… Ve bir şekilde sıkıntılı bir hayat yaşarlar… Hiçbir zaman dil ile ya da surat asarak isyana girmezler… Herhangi bir maddi ya da manevi sıkıntı içinde görürseniz, sorun onlara;
  –Nasılsınız? verecekleri cevap;
  –Elhamdulillah, İyiyim. Daha da beteri olabilirdi. Her halukârda elhamdulillah’ olur.
  İşte O Allah dostuna sıkı sıkı sarılın… Çünkü O size tevekkül, teslimiyet ve sabır dersi vermiştir.
  25. Vakitlerine Değer Verirler.  Zamanla yarıştıklarını bilirler… Sol tarafındaki meleği yormamak! için vakitlerini boşa harcamazlar. Onları her an bir işte görürsünüz… Hayatları dolu doludur…  Bir işi bitirince diğerine başlarlar… Tembel değillerdir. Özellikle de Allah’a daha çok yaklaştıracak amellerin hangi vakte denk geldiklerini bildikleri için hayatlarını O vakte ayarlarlar…
  Sonuç
  Allah’a dost olmaya çalışan bir müslüman olarak derim ki;
  Allah, sizi kendisine dost olmaya zorlamıyor. Bu konuda oldukça serbestsiniz. İster Allah’ı ve dostlarını dost edinin ister başkalarını… Ama unutmayın ki başkaları sınıfındaki dostlar babanız ya da en yakınınız da olsalar şeytanın dostlarıdırlar…
  Çünkü Allah ve dostları dışındaki tüm dostluklar Şeytani olarak adlandırılır.
  Eğer Allah’a dost olmaya karar vermişseniz unutmayın ki; Bu saate kadar ne kadar çok günah işlemiş de olsanız Allah’a dost olabilme olasılığı her zaman yüksektir.
  - Allah ile kurulacak olan dostluğun önündeki engelleri tesbit edip gerekli önlemleri almak dostluk yönünde önemli bir adımdır… Makalemizde verdiğimiz başlıklar yeterli olmayabilir. Size tavsiyem Allah ile aranızdaki engelleri tesbit edin…
  -Allah ile dostluk nasıl kurulabilir başlığı altındaki yazılarla sınırlı kalmayın… Başka vesileler de arayın…
  - Allah ile kurulacak dostluğun getirisini ve O’na dost olamamanın götürüsünü iyi bilin ki vereceğiniz dostluk kararı sağlam olsun.
  - Allah’ın, kullarına dost olmasının belirtilerini kendi nefislerinizde tecelli ettirmeye çalışın…
Allah ile dostluğumuzun önündeki engelleri bir bir aşıp O’na dost olabilmemiz duasıyla…. Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.

Allah Dostları Kimlerdir?

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus, 10/62.)

Kur’an, inkârcıların tevhit, nübüvvet, ahiret hayatı, gibi temel konulardaki şüphelerine cevaplar verdikten, itirazlarının yersizliğini dile getirdikten sonra sözü, Allah’ın her şeyi kuşatan bilgisine getirmektedir. (Yunus, 10/61.) Yüce Allah’ın her şeyi bilmesi, insanların bütün yaptıklarından haberdar olması, itaatkâr kulları için büyük bir sevinç, isyankâr kulları içinse büyük bir tehdittir. Allah Teala bu şekilde kendilerine moral verdiği,  kalplerini pekiştirdiği itaatkâr kullarını şöyle tarif etmektedir:

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır.” (Yunus, 10/62-63.)

Veli kelimesinin kökünde “yakınlık” anlamı vardır. Bir şeyin velisi, ona yakın olandır. Allah’a mekân açısından yakın olmak muhaldir.  Ancak kişiyi Allah’a yakın kılan bazı özellikler vardır ki; bu özelliklere sahip olduğunda mecazi anlamda o kişi Allah’a yakın, yani O’na dost olur. Allah’a olan yakınlık iki boyutludur; kul Allah’a veli olduğunda Allah da kuluna veli olur.  Kur’an’da “Allah iman edenlerin velisidir.” (Bakara, 2/257.) buyrulmuştur. Allah’ın “Veli” ismi, “Müminlere yardım eden, onları koruyan, gözeten, onların yakını ve dostu.” anlamına gelmektedir.

İnsan, akıllı bir varlık olması hasebiyle, gelecek ve geçmiş ile her daim alakadardır. Gelecek korkusu ve geçmişin üzüntüsü onu meşgul eder; belki hayatını zindana da çevirebilir.  Allah’a dost olan ve Allah’ın dostluğuna eren bahtiyar kulların huzurunu, geleceğin korkusu ve geçmişin üzüntüsü kaçıramaz. Onları, gerek ölüm anında gerekse ölümden sonraki ahiret hayatında karşılaşacakları olaylar korkutmaz. Çünkü yapmaları gereken görevleri yerine getirmekte, Allah’ın yasakladığı günahlardan uzak durmaktadırlar. Bu yüzden Allah kalplerine gelecekle ilgili güven duygusu verir.  Bu, sadece ahiret için değil dünyadaki gelecekleri için de geçerlidir; hayatlarını karşılaşabilecekleri olumsuzluklardan endişe duyarak geçirmezler. Onlara, başlarından geçmiş olaylar da üzüntü vermez. Bazı durumlarda üzülseler bile bu üzüntü, sabırla geçen bir üzüntüdür; daimi bir üzüntü değildir. Bu, Hz. Peygamber’in vefat eden oğlu İbrahim için “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Fakat biz Rabbimizin razı olduğu şeyden başkasını söylemeyiz. Ey İbrahim, biz senin ölümünden dolayı gerçekten üzgünüz!” (Ebu Davud, Cenaiz, 23, 24.) demesi gibidir. Geçmişte istedikleri bazı şeyleri elde edememiş olsalar da onların velisi olan Allah’ın, kaybettiklerinin karşılığını onlara dünyada veya ahirette vereceğinin bilincindedirler. Ölümden sonra yakınlarını geride bırakmış olmalarından da üzüntü duymazlar. Her şeyin Allah’ın kaza ve kudreti ile gerçekleştiğini bilmektedirler. O’nun takdirine teslim olduklarından, gam ve kederden uzaktırlar;  kalben rahat ve mesrur, bedenen canlı ve aktiftirler. Kalpleri Allah’ın zikri ile mamur olmuş, huzura kavuşmuştur. “Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” (Rad, 13/28.) ayetinin delalet ettiği üzere, huzurun hâkim olduğu kalpte üzüntünün yer tutması söz konusu değildir.

İster istemez akla, bu anılan insanların kimler olduğu, onların hangi özelliklerinden dolayı bu taltife mazhar oldukları sorusu gelmektedir. Bu sorunun cevabı iki kavramdan ibarettir: İman ve takva. Onlar hem iman hem de takva özelliğine sahip olan, bu ikisini bir araya getirebilenlerdir.  Allah’ı, rasulünü ve onun Allah’tan getirdiği hakikatleri tasdik ederler. Allah’ın emirlerini yerine getirir, yasaklarından uzak dururlar. Gazabından korkar, azabından sakınırlar. Takva onların karakterlerinin bir parçası hâline gelmiş, süreklilik arz eden bir özellikleri olmuştur. “Eğer mümin iseniz Allah’a karşı takva sahibi olunuz.” ayeti, (Mâide, 5/88.) takva ile iman arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir.

Allah dostlarının özellikleri ile ilgili diğer bilgiler, bu iki temel özelliğin açılımından ibarettir. Bu özelliklerin en başında, onların birbirini Allah için seven insanlar olmaları gelmektedir. Hz. Peygamber, bir hadis-i şerifinde bu hususu şöyle ifade etmektedir:

“Şüphesiz Allah’ın kullarından bazı insanlar vardır ki, onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat kıyamet gününde, Allah katındaki makamlarından dolayı nebiler ve şehitler onlara gıpta edecekler.” Sahabeler: “Ey Allah’ın Rasulü, bize haber ver, onlar kimlerdir?” deyince Allah Rasulü;  “Onlar öyle bir topluluk ki, aralarında bir akrabalık, alıp verecekleri mal mülk olmaksızın Allah için birbirlerini severler. Hem, vallahi şüphesiz onların yüzleri pırıl pırıl nurdur. Şüphesiz onlar nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar, insanlar hüzünlendiği zaman onlar hüzünlenmezler.” buyurdu ve şu ayeti okudu: “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Ebu Davud, İcare 76.)

Allah dostlarının bir diğer özelliği, bazı rivayetlerde “Görüldüklerinde Allah hatırlanan kişiler.” olarak ifade edilmiştir. (Taberi, Tefsir, XV, 119.) İbadet onların sadece içlerini değil dışlarını da aydınlatmış, bu aydınlık yüzlerine aksetmiştir. (Fetih, 48/29.) Yüzlerindeki huzur ve huşu muhatapları tarafından da hissedilir; muhataplarının da aynı duyguları hissetmesine vesile olur. Allah dostları kadere razı olan, belaya sabreden, nimetlere şükreden insanlardır. Onlar her daim Hakk’a muvafık olarak davranırlar. Allah’ın dostluğunu kazanmış, onun tarafından değer görmeyi hak etmiş insanlardır. (Maverdi, en-Nüketü ve’l-Uyun, II, 440.)

Söz konusu itaatkâr kullar bu özelliklere sahip olarak Allah’ı dost edinince, Allah da onları kendine dost edinmekte ve bu yakınlığın sonucu sonraki ayette ifadesini şöyle bulmaktadır.

“Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” (Yunus, 10/64.)

Müjde, “insanın yüzünü güldürecek sevinçli haber” anlamına geldiğinden bu şekilde değerlendirilecek her şey ayetin kapsamına girmektedir. (Razi, Tefsir, XVII, 278.)  Allah dostlarına, Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in hadislerinde birçok ahiret nimeti müjdelenmektedir. Allah, onlara güzel amelleri ve ahlakı kolaylaştırmakta, kötü ahlaktan uzaklaştırmakta, dualarını kabul buyurmaktadır.  İnsanlar arkalarından onları hayırla yâd etmektedir. Melekler ruhlarını alırken onlara cenneti müjdelemekte, (Fussılet, 41/30.) kıyamet günü onları selamla karşılayıp cennete buyur etmektedir. (Rad, 13/23; Zümer, 39/73.) Kıyamet gününde yüzlerinin ak olması (Âl-i İmran, 3/107.), kitaplarının sağ taraftan verilmesi (İnşikak, 84/7-9.) gibi orada karşılaşacakları sevinçli hâllerin hepsi, müjdenin kapsamına dâhildir.

O hâlde Rabb'imizin müjdesine nail olmaktır asıl zafer, yoksa inkârcılar gibi Allah’ı unutma pahasına dünyalık güç ve refah elde etmek değil. Zira peşinden dünyada zillet, ahirette azap geliyorsa o zaferi, zafer olarak adlandırmaya değmez. (Âl-i İmran, 3/197.)

Yunus suresinin 61-64. ayetlerinden anlaşıldığına göre:

1- “Allah dostları” ifadesi,  her Müslüman’ın önüne konmuş bir idealin ifadesidir. Bu sıfat belli bir sınıfa, çevreye, ırka veya kültüre hasredilemez.

2- Allah dostları için peygamberlerin sahip olduğu ismet sıfatı söz konusu değildir. Nihai olarak kimin dostu olup olmadığının kararı da Allah’a aittir. Allah dostu olduğuna dair hüsnüzanda bulunulan kimse, hatadan korunmuş kabul edilemez.

3- “Allah dostları” ifadesinin Allah’a yönelik boyutu yanında müminlere yönelik boyutu da vardır. Hz. Peygamberin onları, birbirini karşılıksız seven insanlar olarak nitelemesi, bunu ifade etmektedir. Sevgi duygusu müminlere karşı sorumluluğunun idrakinde olmayı gerektirmektedir. Bu dostluğun hukuku yerine getirilmediği takdirde İslam’ın zaafa düşüp küfrün güçleneceğinde ve yeryüzünde büyük fitne ve fesadın kaçınılmaz olacağında şüphe yoktur.  (Enfal, 8/73.)

Allah Dostu Kimdir ve Nasıl Olunur?
HAK DOSTU KİMDİR?


Hak dostları kimdir o zaman?

Hak dostları, tasavvuf yolunda zâhir ve bâtınını ikmâl etmiş, hem zâhir hem de bâtınını ikmâl etmiş ve kalbî merhaleler katederek dav­ra­nış mü­kem­mel­li­ği­ne ulaş­mış bahtiyarlardır.

Onlar, nebevî irşad ve davranış mükemmelliğinin zamanlara yayılmış zirveleridir.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve O’nun ashâbını görebilme şerefine nâil olamayan bütün insanlar için fiilî ve müşahhas bir rehberdir.

Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki:

“Hak dostları ile, yani mânâ ehli ile beraber ol da, onlardan hem lûtuflar, ihsanlar elde et, hem de mânevî güç kazan, ilâhî muhabbetle genç, zinde ve dinç kal.”

“Eğer sen, kaskatı bir taş veya mermer parçası olsan (diyor), yani nâdan olsan, gâfil olsan, bir gönül sahibine erişirsen, o zaman cevher, yani zümrüd, pırlanta ve elmas olursun (diyor). Hak dostlarının (sevgisini) gönlüne yerleştir. Âriflerin muhabbetinden başka bir şeye de gönül verme.” buyuruyor.

HAK DOSTU NASIL OLUNUR?

Hak dostu olmak isteyenlerin başlıca hususiyetleri:

‒Mü’minin nefsiyle ilgili hususiyetleri var.

‒Cenâb-ı Hak ile ilgili hususiyetleri var.

‒Mahlûkat ile ilgili hususiyetleri var.

‒Mü’minin dünyaya karşı hâlindeki özellikler var.

Mü’minin nefsiyle ilgili hususiyetleri:

Demin okuduğumuz âyet-i kerîme:

“(İnsanları) Allâh’a davet eden, sâlih ameller işleyen, «Ben müslümanlardanım.» diyenden kimin sözü daha doğrudur?” (Fussilet, 33)

Müʼmin, mesʼûliyetini idrâk edip içinde bulunduğu hâli muhâsebe edecek.

Zira Cenâb-ı Hak:

ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“…O gün, verdiğimiz bütün nîmetlerden sorguya çekileceksiniz!” (Tekâsür, 8) buyuruyor.

İkincisi;

Cenâb-ı Hak ile ilgili hususiyetler:

Cenâb-ı Hak kuldan ne istiyor?

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…(Nereye gitseniz) ne­re­de ol­sa­nız, O si­zin­le beraberdir...” (el-Ha­dîd, 4)

Demek ki biz Cenâb-ı Hakʼla ne kadar beraberiz?

Cenâb-ı Hakʼla beraber olabilmenin gayreti içinde olmamız.

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur!” [Ra’d, 28])

Öyle bir huzura varabilmek.

Yine Cenâb-ı Hak şah damarından yakın olduğunu bildiriyor. Biz ne kadar yakınız?

Şiblî var Allah dostlarından. O bir mecliste bulunur. Mecliste; “Allah şunu soracak, bunu soracak…” filân, birtakım orada bir sohbetler oluyor.

Şiblî diyor ki:

“Allah sana ilk defa şunu soracak: «Kulum! Ben dünyada seninle beraberdim. Sen kiminle beraberdin?»”

Yaratan, ihsân eden, ikrâm eden Cenâb-ı Hak soracak.

Demek ki Cenâb-ı Hakʼla olan münâsebeti… Kul ne kadar, hâlimiz, ibadetimiz, tâatimiz, muâmelâtımız, ahlâkımızla Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabiliyoruz?

Müʼminin mahlûkat ile ilgili hususiyetleri:

Yine okunan âyet:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde sav!..” (Fussilet, 34)

Müʼmin ne olacak? Berraklaşacak, şeffaflaşacak, yağmur suyu gibi olacak. Tertemiz olacak. Affedici olacak.

“…Seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan sana bir dost oluverir.” (Fussilet, 34)

Müʼminin dünyaya karşı hâlindeki özellikler:

Hâlıkʼın nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı kazanacak. Nefsânî arzularından vazgeçecek, Rabbine güzel bir kul olabilmenin gayreti içinde olacak.

TASAVVUF KISACA NEDİR?

Peygamber Efendimiz zamanında zühd, takvâ ve ihsan diye ifade edilen kalbi duyuşların hepsine, daha sonra “tasavvuf” ismi verilmiştir. Bunlar aynı mânâyı ihtivâ eden değişik lâfızlardır. Yani tasavvuf, kalbin safâya erebilmesi, Cenâb-ı Hak’la huzur bulabilmektir. Cenâb-ı Hak:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur!” [Ra’d, 28])

Cenâb-ı Hakʼla bir huzur bulabilmektir.

Tabi birkaç tarif yapılmıştır:

“Takvâya erebilme sanatıdır.”

“Hayatta med-cezirlere takılmama sanatı.”

“Değişen şartlar altında Allah’tan razı olabilme sanatı.”

“Güzel ahlâka kavuşabilme sanatıdır.”

En mühimi:

“Şikayeti unutma sanatıdır.”

ظَلُومًا وَ جَهُولًا Cehâletten ve kendine zulmetmekten kurtulma gayretidir.

Biz bu hikmetli öğütlerde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin hadîs-i şerifiyle kendimizi bir mîzân etme durumundayız.

Efendimiz buyuruyor ki:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, onlar hayra anahtar, şerre de kilittirler. Öyleleri de vardır ki, şerre anahtar hayra kilittirler.

Allâh’ın, ellerine hayrın anahtarlarını verdiği kimselere ne mutlu! Allâh’ın, şerrin anahtarlarını ellerine verdiği kimselere de yazıklar olsun!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 19; Beyhakî, Şuab, I, 455)

Demek ki, acaba, kendimizi bir mîzân etmemiz lâzım, bize ne kadar hayrın anahtarı elimizde, ne kadar şerrin anahtarı? Ne kadar hayra doğru gidiyor, ne kadar şerre doğru? Mîzân etmemiz…

İKİ KİŞİYE GIBTA EDİLİR

Efendimiz yine buyuruyor:

“Yalnız (şu) iki kişiye gıpta edilir:

Biri, Allâh’ın kendisine (ihsân ettiği) Kurʼân-ı Kerîm verdiği kişidir. O kişi, gece gündüz Kur’ân ile meşgul olup (Kurʼânʼla yaşar, Kurʼânʼla) amel eder. Diğeri de kendisine mal verildiği kimselerdir ki (Allah bu malı bana niye verdi, der, başkasına vermedi, bu da malını kullanmayı bilir. Malı Allah yolunda) infâk eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 266, 267)

Mal benim demez, mal Rabbimindir der.

EFENDİMİZ'İN BİR DUÂSI

Yine Efendimizʼin bir duâsı… Tabi bu, menfîden başlıyor. Neyle telâfî edilecek; takvâ ile telâfî edilecek:

“Allâh’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten, icâbet edilmeyen duâdan Sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73)

Demek ki bu dört tane şeyden kaçınmalı:

İlim, beni Cenâb-ı Hakkʼa yaklaştırıyor mu bildiğim şeyler, yoksa dünyevî menfaatlere mi döndürüyor? Ne kadar?

Huşû duymayan kalpten: Ne kadar bir vecd, bir duygu derinliği içindeyiz?

Doymak bilmeyen nefisten: Nasıl bir ihtiras var mı, yok mu? Ne durumdayız?

İcâbet edilmeyen duâdan: Dil söylemiş ama kalp Allahʼtan uzak. Onun demek ki faydası yok. Bu hâlden, Rasûlullah Efendimiz; “Yâ Rabbi! Sana sığınırım.” buyuruyor.

DİYERGAM İNSANIN HÂLİ


Efendim, Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-ʼtan bir nükte. Diğergâm insanın hâlini bildiriyor Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-:

“Dört kimse Allâh’ın sâlih kullarındandır (buyuruyor. Yani bu, diğergâm bir gönlü bildiriyor. Demek ki biz ne kadar, bizde bu hisse var?):

Birincisi: Tevbe eden kişiyi gördüğü zaman (onun kurtuluş yoluna girmesinden haz duyarak) sevinen kimse.

İkincisi: Günahkârların affı için Rabbine yalvaran. (Kendine yalvardığı gibi günahlarının affına, diğer bütün müʼminler için de yalvarıyor mu? Yani merhameti nereye kadar? Yalnız kendine mi?)

Üçüncüsü: Din kardeşine gıyâbî duâ eden.

Dördüncüsü: Kendinden muhtaç kişiye yardım ve hizmette bulunan kimse.”

Demek ki o kişi bana zimmetli. Nedir bu? İctimâîleşme. Ferdî ibadetlerin başında “namaz” gelir, ictimâî hizmetlerin başında da “hizmet” gelir. Kendimiz için istediğimizi, diğer din kardeşimize de ikram edebilmek.

EBÛ BEKİR EFENDİMİZ'İN NASİHATLERİ

Ebû Bekir Efendimizʼin Hazret-i Ömer Efendimizʼe bir nasihati var:

“Ömer! (Diyor.) Cenâb-ı Hakk’ın senden gündüz yapılmasını istediği ameller vardır, onu gece kabûl etmez; gece yapılmasını istediği bir amel vardır, onu da gündüz kabûl etmez!”

Demek ki gündüzle gece, bilhassa seherlerde ne vazifemiz var? Nasıl bir seher yaşayacağız? Nasıl bir duyuşlarımız artacak? Nasıl Cenâb-ı Hakʼla bir beraber olacağız? Onu gündüz yapsak olmaz. O tarâvet, o güzellik olmuyor. Cenâb-ı Hak da bizi seherlerde davet ediyor:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17]) buyuruyor.

Yine Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz:

“Bir hayrı kaçırırsan onu yakalamaya çalış, elde edince de onu geçmeye bak, daha güzeline, daha öteye gitmeye gayret et!..”

Müʼminin ufku, hayırda ufku olacak…

ÖMER EFENDİMİZ'İN NASİHATLERİ

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- buyuruyor:

“En çok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir.”

Tabi bunu usûlüyle haber verir. Samimiyetle haber verdiği zaman tesir eder ona kusurlarını bildirdiği zaman.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- halîfe oldu, hutbeye çıktı:

“Cemaat! (Dedi.) İçinizde en hayırlı ben değilim (dedi). Fakat (dedi), bana (dedi), yardımcı olun (dedi). Eğer bir hata işlersem beni îkaz edin.”

Bu sırada bir bedevî kalktı, çölden gelmiş bir bedevî, belki yeni müslüman olmuş:

“‒Ömer! (Dedi.) Hiç merak etme (dedi). Kılıcını çekti, şöyle bir salladı. Hiç merak etme, eğer sen yamulursan (dedi), seni bu kılıcımızla biz doğrulturuz.” dedi.

Ömer -radıyallâhu anh- elini açtı:

“Yâ Rabbi! (Dedi.) Beni îkaz edecek bir ümmet verdin.” buyurdu.

Demek ki kardeşlerimizin de yanlışlarını tenhâ bir yerde, latîf, güzel bir lisanla “قَوْلًا لَيِّنًا (Bkz. Tâhâ, 44)” onları bir îkaz etmemiz lâzım.

Diğer bir husus:

Bir kimse Hazret-i Ömer’in yanında başka birisinden sitâyişle bahsediyordu. Medhediyordu onu. Hazret-i Ömer ona üç soru sordu:

“‒Onunla bir yolculuk yaptın mı?” dedi. Tabi o zaman zor yolculuk, çöl yolculukları.

Adam “hayır” dedi.

“‒Ticaret gibi bir alışverişte bulundun mu?” dedi. Yani ictimâî bir muâmelede bulundun mu?

Adam yine “hayır” dedi.

Üç:

“‒Peki ona sabah-akşam komşuluk ettin mi?” dedi.

Adam “hayır” dedi.

Bu üç soruya da “hayır” deyince, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“‒Kendisinden başka ilâh olmayan Allâh’a yemin ederim ki, sen onu tanımıyorsun!” buyurdu.

Demek ki bu çok mühim. Çünkü Cenâb-ı Hak, meselâ namazı, öyle bir namaz olacak ki, huşû veren bir namaz istiyor.

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ buyuruyor. “Yazıklar olsun o namaz kılana.” (el-Mâûn, 4) buyuruyor.

Demek ki namazın, orucun vs. onu bir huşû derecesini bilemiyoruz. Esas kul, muâmelede ortaya çıkıyor kulun karakteri ve şahsiyeti.

Yine bu, anne-babalar için mühim bir tavsiyesi Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-ʼın:

“İnsanları düzeltmeniz için önce kendinizi ıslah edin. İnsanların en câhili, kendi âhiretini başkasının dünyası için satandır.”

Bu da çok mühim. Yani yavrularımıza güzel bir, annenin-babanın güzel bir numûne olabilmesi lâzım. Sonra yapar, sonra eder dediği zaman, ana-baba o yavruyu kaybediyor.

Yine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“Çok konuşan, yanılır.

(Rasûlullah Efendimiz;

“Ya faydalı söyle, yahut da sus.” buyuruyor. [Müslim, Îmân, 77])

Çok yanılan kimsenin, hayâ duygusu azalır. Hayâ duygusu azalan kimsenin, günah ve harama düşme endişesiyle şüphelilerden sakınma titizliği kaybolur. Şüphelilerden sakınma titizliği kaybolan kimsenin de kalbi ölür.” buyuruyor.


Allah dostları kimdir biliyor musunuz ?

Değerli kardeşlerim … ! her ne zaman bir tasavvufcu ile dini mevzularda hasbihal etmeye kalkışsan, hemen ileri sürdükleri ve ilk sordukları şey ; “ tabi olduğunuz bir Allah dostu var mı ? … ve  … Kime bağlısınız ?. gibi şeyler.

Tabi ki bununla kasdettikleri şey, herhangi bir takikata bağlımısınız … bir şeyhin elinden tuttunuz mu ?.

Ama ne zaman ki,  herhangi bir yere bağlı olmadığımızı söylesek veya onların tabiriyle herhangi bir mubareğin elinden tutmadık ve bu konuda yapılan bir çok şey de yanlıştır, batıldır desek, hemen ; “ siz Allah dostlarının varlığına inanmıyonuz mu ? … Siz Allah dostlarını inkar mı ediyorsunuz ? “ gibi sözlerle bize karşılık vermeye çalışırlar.

Yani, onların anladığı manada bir Allah dostunu kabul etmediğimizden dolayı, adımız evliya düşmanı veya Allah dostlarını inkar edenler olarak biliniyor.

Halbuki bizim kabul etmediğimiz o kimseler – adına her ne kadar veli  veya evliya da deseler – sihirle büyüyle uğraşanlar, cinlerle haşır neşir olanlar ve kitabın ve sünnetin yanından dahi geçmeyen cahil kimselerdir. Bunların Allah’la dostluklarını nasıl kabul edebiliriz. Eğer Kitap ve Sünnet ölçümüz ise, inanın bu kimselerin cinlerle, azgınlaşmış önderlerle dostluk kurmuş ve onların dostu olan kimseler olduğunu göreceksinizdir.

        İşte bu anlamda biz, bu tip insanların Allah dostu olduğunu asla kabul etmiyoruz. 
Ama Kitap ve Sünnet çizgisinde bu konuyu ele alırsanız, elbetteki Allah dostları vardır… Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurur :

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ

“ Haberiniz olsun ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur ; Onlar mahzun olacak ta değillerdir. “  Yunus : 62.Ay.

Ama kim bu Allah dostları ? … Kur’an da bahsi geçen bu Allah dostlarının vasıfları nelerdir ? … sorusunun cevabına yine Kur’an’dan bakarsanız,  zikri geçen Ayetin devamında onların kimler olduğu ve Allah dostlarında bulunması gereken vasıflar nelerdir, bunu rahatlıkla anlayacaksınızdır.

Aynı Ayetin devamında Allah dostlarının en belirgin vasfı ; iman ehli ve takva sahibi olarak anlatılıyor. Yani iman edipte imanlarına şirk bulaştırmayan kimseler ve  takva sahibi olanlardır Allah dostları…

Allah’u Azze ve celle şöyle buyuruyor :

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ{62} الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ 

“ Haberiniz olsun ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur ; Onlar mahzun olacak ta değillerdir. Onlar ki iman edenler ve takva sahibi olanlardır. “  Yunus : 62.Ay

Öyleyse şunu açıkca söyleyebiliriz ki ; her iman ehli muttaki bir kimse Allah dosturdur. Tabi ki burada iman ve takva çok güzel anlaşılması gerekir.

Değerli dostlar ! iman denilince, elbetteki istenilen iman şaibesiz bir iman olmalıdır. Yani şirksiz bir iman olmalıdır.

Takva ise :  Korunmak. İnsana zarar verecek ve azaba yol açacak şeylerden sakınmak. Korkmak. Nefsi her türlü günahlardan, isyandan ve sapmalardan alıkoymak anlamına gelmektedir.

Diğer bir ifadeyle ; Allah’ın emirlerine yapışmak ve nehyettiği şeylerden de uzak durmanın adıdır…         

Takva sahibi kimselerin özellikleri ise Kur’an da şöyle anlatırlır ;

Onlar ;  Allah’ın emrettiği hususlara itaat eden ve nehyettiği konularda da onlardan uzak durak kimselerdir.
Onlar ;  Allah korkusu taşıyan… İnsanlara zulmetmeyen… zalim de olsa mazlum da olsa onlara yardım eden ve onların ellerinden tutan kimselerdir.
Onlar ; Allah katındaki üstünlüğün, ancak ve ancak O’na itaat etmekle kazanılacak bir derece olduğu bilenler ve ona uygun çalışanlardır.
Onlar ; Allah’ın, takva sahibi kulları ile beraber olduğuna inanan ve hal ve hareketlerine dikkat eden kimselerdir.
Onlar ;  insanlar arasında adaletli olanlardır.
Onlar ; büyüklük taslamayan ve insanlar arasında bozgunculuk yapmayanlardır.
Onlar ; Kıyamet gününde iflas etmekten korkan ve insanların haklarına riayet edenlerdir.
Onlar ; zulmetmeyen… ayıp ve kusur araştırmayan… yalanları ile insanları aldatmayan… Alış verişlerinde kimseleri kandırmayan dürüst kimselerdir…
Hulasa onlar ;  her haliyle islama teslim olanlardır…

İşte Allah dostu denildiği zaman, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde anlaşılması gereken  budur ve bu olmalıdır.

Günümüzde evliya ya da veli var mıdır?

Değerli kardeşimiz,

Her dönemde olduğu gibi günümüzde de evliyalar bulunmaktadır.

Allah Teala bir ayette:

    “Allah inananların dostudur, ...” (Bakara, 2/257)

buyurarak her mü’minin veli olduğunu bildirir. Veli, dost, yani Allah dostu demektir. Her mümin için velilik kapısı açıktır. Bu sebeple Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle onun emir ve yasaklarını yerine getiren herkese veli diyebiliriz.

Allah, peygamberlerini insanlar içinden o makama layık olanlarını kendi seçer. Bu sebeple hiç kimse çalışarak veya ibadet ederek o makama çıkamaz. Ancak veli olmak her mümin için mümkündür. Ayrıca bir peygamberin kendini gizlemesi caiz olmadığı hâlde, bir veli kendini gizleyebilir. Hatta Allah’ın en makbul velisi insanlar içinde gizli olarak kalmıştır.

Bununla beraber bir insanın çocukluğundayken ileride Allah’ın sevgili bir kulu olacağı bilinebilir. Ancak bunu bilenler de yine Allah’ın sevgili kullarıdır. Bu sebeple özel işaretlerin neler olduğunu bilmek ve söylemek veli işidir. Bizim vazifemiz, her mümine veli olması ihtimaliyle saygı ve sevgi göstermektir. Kalplerin içinde olanları en iyi Allah bilir.

Şunu kesin olarak bilmek lazımdır: Bir mümin imanına ve ameline güvenip gurura düşmemelidir.

Sonumuzun ne olacağını bilemeyiz. En büyük âlim ve evliyalar, imansız ve amelsiz ölmekten korkup Allah’a sığınmışlardır. Bu yüzden önceden iyi ve değerli bildiğimiz birisinin sonu kötü ve bozuk olabilir.

Bizim görevimiz, iyi bildiklerimizi sevip saymak, dualarını almak; kötü bildiklerimizin ise zamanla düzelip Allah’ın sevgili kulları arasına girebileceğini ümit ederek asla dışlamamak, ilgi ve alakayı kesmemektir.


Hz. Ebubekir’in (ra.) Tefekkürü

Emîrü'l-mü'minîn Hz. Ebûbekir (ra.) neler üzerine tefekkür ederdi?

Ebû Bekir -radıyallâhu anh- bir gün kıyâmeti, mîzânı, cenneti, cehennemi, meleklerin saf saf dizilmesini, göklerin dürülmesini, dağların savrulmasını, Güneş’in dürülmesini, yıldızların saçılmasını hatırladı, bunlar üzerinde tefekküre daldı. Sonra da Allâh korkusuyla:

“–İsterdim ki, şu yeşillikler gibi bir yeşillik olaydım ve bir hayvan gelip beni yeseydi de yok olup gitseydim.” dedi. Bunun üzerine:

“Rabbinin mâkamında durup hesap vermekten korkan kimseye iki cennet vardır.” (er-Rahmân, 46) âyet-i kerîmesi nâzil oldu. (Süyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, II, 146; Âlûsî, XXVII, 117)

Ashâb-ı kirâm, Cenâb-ı Hakk’ın:

“Ey îmân edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) îkâzını hiçbir zaman akıllarından çıkarmıyor ve hep bu duygular içinde yaşıyorlardı.

Rabbim bizleri kendisine dost olmaya çalışan kullarından eylesin.  Amin  Vel hamdu lillahi rabbil alemin

Kaynaklar:

Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
T.C. Cumhurbaşkanlığı
Diyanet İşleri Başkanlığı
Osmaniye Müftülüğü
denizliyeniolay
Diyanet Haber
ilmedavetdernegi
Sorularla İslamiyet

Print this item