Hamdullah Board

Full Version: Oruç ve Önemi Orucu Bozan ve Bozmayan Şeyler
You're currently viewing a stripped down version of our content. View the full version with proper formatting.
IX. ORUÇ

İslam’ın beş esasından biri de Ramazan ayında oruç tutmaktır. Oruç, niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından (yani imsak vaktinden) itibaren güneş batıncaya kadar yememek, içmemek ve cinsi ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir.

Oruç, bizi dünyada kötülüklerden sakındıran, ahirette cehennem ateşinden koruyan ve günahlarımızın bağışlanmasına vesile olan önemli bir ibadettir.

Peygamberimiz şu müjdeyi veriyor:

مَنْ صَامَ رَمَضَانَ اِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ ‏

“Kim inanarak ve mükâfatını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”173

A) Orucun Faydaları

Biz orucu herhangi bir menfaat düşüncesi ile değil, yalnız Allah’ın emrini yerine getirmek ve onun rızasını kazanmak için tutarız. Oruç, bu niyetle tutulduğu takdirde makbul olur.

Ancak, Allah’ın her emrinde olduğu gibi oruç ibadetinde de birçok hikmetler, bizim için maddi ve manevi pek çok faydalar vardır. Biz orucu Allah rızası için tutmakla beraber, bize sağladığı faydaları da bilmek ve değerlendirmek durumundayız.

1. Oruç, Ahlakımızı Güzelleştirir

Oruç, belirli bir süre sadece aç kalma olayı değildir. Oruç, köklü bir irade terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, iyi huylar kazandıran bir ahlak eğitimidir.

Peygamberimiz (sas.) şöyle buyuruyor:

مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ

“Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa, Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez.”174

Bu hadis-i şerifte orucun yüksek hedefi açıkça gösterilmiş, bu ibadetin sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret olmadığı, esas gayenin insanı olgunlaştırmak, ahlak ve fazilet sahibi olarak yetiştirmek olduğu bildirilmiştir.

2. Oruç, Kötülüklerden Korur

Kur’an-ı Kerim’de orucun farz oluşunu bildiren ayette Yüce Allah,

يَآ اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de oruç farz kılındı, ta ki korunasınız.”175 buyurarak orucun hikmetine dikkatimizi çekmiştir.

Allah Teala, her derde deva verdiği gibi, her kötülüğe karşı da bize bir korunma vasıtası vermiştir ki oruç ibadeti bunlardan biridir.

Nitekim sevgili Peygamberimiz orucun bu koruyucu özelliğini güzel bir benzetme ile şöyle açıklamıştır: “Oruç bir kalkandır.”176 Bilindiği gibi kalkan, eskiden savaşlarda insanı düşmanın kılıcından koruyan bir vasıta idi. İşte oruç, Müslümanı dünyada günah işlemekten, ahirette cehennem ateşinden koruyan bir vasıtadır.

Dünyada her kötülüğün başı, Allah’ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Oruç ise bize daima Allah’ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir. Bir ay boyunca devam eden bu manevi eğitimin olumlu tesiri ile insan, davranışlarını kontrol altına alarak her türlü kötülükten uzaklaşır.

3. Oruç, Merhamet Duygularını Geliştirir

Hayatında açlık nedir bilmeyen varlıklı bir insan, yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gereği gibi anlayabilir mi? Onların çektiği ıztırabı yüreğinde duyabilir mi? Elbette ki gereği gibi duyamaz. Fakat bu insan, oruç tutarsa, açlığın ne olduğunu bizzat tatmış olur.

Böylece, yokluk içinde kıvranan fakirlerin sıkıntılarını içinde duyarak, şefkat ve merhamet duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak da fakirlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını giderir, toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunur.

İşte orucun bize verdiği sosyal adalet dersi...

Bizim için en güzel örnek olan sevgili Peygamberimiz, insanların en cömerdi idi. O, açları doyurur, kendisi aç kalırdı. Ramazan ayında cömertliği doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara dağıtırdı.

Peygamberimizin eşi Hz. Âişe diyor ki: “Allah’ın Resulü üç gün peş peşe karnını doyurmamıştır. İsteseydi doyururdu. Lâkin yoksulları doyurup, kendisi aç kalmayı tercih ederdi.”

Hz. Âişe, Peygamberimizin vefatından sonra ne zaman bir yemek yese ağlamaya başlardı. Bir defasında niçin ağladığı kendisine sorulunca şu cevabı vermiştir: “Hz. Muhammed (sas.) sağlığında doyasıya bir günde iki defa yemek yiyemedi. Onu hatırladığım için ağlıyorum.”177

Hz. Ömer’in halifeliği zamanında dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu. Ömer, “İhtiyaç sahipleri bize gelsin” diye halka duyuru yapmış, kendisi de Müslümanlar bolluğa kavuşuncaya kadar ekmekle beraber zeytinyağından başka katık yemeyeceğine yemin etmişti.

Halkın sıkıntılarını yüreğinde hisseden ve onlardan farksız olarak yaşayan bu büyük insan, elbisesi yıkandığı ve başka elbisesi olmadığı için bir gün cumaya geç gitmiş ve bu yüzden cemaatten özür dilemiştir.178

Vaktiyle Mısır’da yıllarca süren bir kıtlık olmuştu. O sırada devletin hazinesi Yusuf’un (as.) elinde idi. Halk açtı. Hz. Yusuf da bütün imkânlara sahip olduğu hâlde karnını doyurmuyordu.

Neden böyle yaptığı kendisine sorulunca, içinde yaşadığı toplumun acılarını yüreğinde duyan bir sorumluluk anlayışı ile şu cevabı vermiştir:

“Eğer ben tok olursam, açların hâlini anlayamam, yoksulları gereği gibi düşünemem.”179

Oruçla toplumda kalpten kalbe yol açılır. Birinden şefkat ve merhamet, diğerinden sevgi ve saygı.

4. Oruç, Sağlığı Korur

Sevgili Peygamberimiz, orucun sağlığımız yönünden önemini şöyle belirtiyor: “Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz.”180

İnsanlığın büyük mürşidinin söylediği bu söz, tıbben de kanıtlanmıştır. Konu ile ilgili olarak iki yabancı bilim adamının tespitleri şöyle:

1940 Nobel Tıp Ödülünü kazanan ünlü bilim adamı Dr. Alexis Carrel L’Hamme, Cet İnconnu adlı eserinde, oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu anlatır, orucun sağlık bakımından çok faydalı olduğunu” söyler.181

Fransız profesörü Pierre Moulin (Pier Mulen) de şunları söylüyor:

“İslam dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç, bedenin hem fiziksel, hem ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler... Hıristiyan dininde orucun bulunmaması büyük bir kayıptır.

Aslında insanların her hafta bir gün oruç tutmaları, başka bir deyimle diyet etmeleri ve sadece meyve suyu içmelerinde büyük yarar var.

Böylece vücut, doku ve organlardaki zehirleri atar, beden dinçleşir.”182

5. Oruç, Nimetlerin Kıymetini Öğretir

İnsan, elinde olan nimetlerin kıymetini ancak bunlar elinden çıktıktan sonra anlar. Fakat iş işten geçtiği için bunun bir yararı olmaz. Oruç tutmakla bir süre nimetlerden uzak kalan insanın gözünde bu nimetlerin değeri daha iyi anlaşılır.

Bu anlayış insana, onları daha iyi korumasını ve nimetleri kendisine veren Allah’a daha çok şükretmesini öğretir. Nimetlere şükür ise onların çoğalmasına vesile olur.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَزٖيدَنَّكُمْ

“Andolsun, şükrederseniz elbette (nimetimi) artırırım.”183

6. Oruç, İnsana Sabırlı Olmayı Öğretir

Oruç tutmakla belirli bir zaman kendini yememeye, içmemeye alıştıran insan, hayatta karşısına çıkabilecek güçlüklere kolaylıkla sabreder, acılara ve sıkıntılara dayanmasını, zorlukları yenmesini bilir.

B) Oruçludan Beklenen

Oruç, sadece yemeyi içmeyi bırakmak değil, aynı zamanda kötülüklerden de uzaklaşmaktır.

Midemiz, yiyecek ve içeceklerden uzak kaldığı gibi, dilimiz yalandan, ellerimiz haram işlerden, gözlerimiz harama bakmaktan, kulaklarımız yalan ve dedikodu dinlemekten, ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşarak oruçtan nasibini almalıdır.

Oruçludan beklenen budur.

Oruç tutan bir Müslüman çeşitli yemeklerle donatılmış sofranın başında helal olan nimetlere elini sürmez, sabırla iftar vaktini bekler.

Allah’ın emri karşısındaki bu teslimiyet ulvi bir manzaradır. Orucun Müslümana kazandırdığı bu irade terbiyesi, insanı nefsani arzuların esaretinden kurtarıp adeta melekleştiren gerçek bir eğitimdir.

Şimdi insafla düşünelim:

Helal olan şeylere bile elini sürmeyen bu oruçlu, nasıl olur da harama el uzatabilir. Vücudunun ihtiyacı olan faydalı yiyecek ve içecekleri istediği zaman bırakabilen bir Mümin, nasıl olur da zararlı içkileri kullanmaktan vazgeçmez.

Oruç bize, belirli bir süre helal olan şeylerden uzaklaşmakla haramlardan sakınmayı öğretir.

C) Orucun Mükâfatı

Lütfu ve ihsanı sonsuz olan yüce Allah, kullarının ibadetlerine, yaptıkları iyiliklere bire ondan yedi yüz katına kadar mükâfat vereceğini bildirdiği hâlde, bir kudsi hadiste, “Oruç benim içindir, onun mükâfatını ben veririm.”184 buyurarak oruca ayrı bir önem vermiş, dolayısıyla mükâfatının çok daha fazla olacağına işaret etmiştir.

Oruç büyük bir sabır ve fedakârlık sonucu yerine getirilen bir ibadet olduğu için, karşılığı da ona göre kat kat fazlasıyla verilecektir. Hatta oruçlular kendileri için özel olarak ayrılan, “Reyyan” kapısından cennete girecekleri Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.185

Oruçlu, Allah’ına kavuşup mutluluğun zirvesine çıktığı gün en büyük sevinci tadacaktır.

D) Oruç Kimlere Farzdır?

Bir kimseye orucun farz olması için kendisinde üç şartın bulunması gerekir. Bunlar:

1. Müslüman olmak, 2. Akıllı olmak, 3. Ergenlik çağına gelmiş bulunmak.

Bu şartlar kendisinde bulunduğu hâlde, oruç tutamayacak derecede hasta olanlar ile yolcu olanlar, oruç tutmayabilirler. Hastalar iyileşince, yolcular da memleketlerine dönünce tutamadıkları günlerin orucunu kaza ederler.

Ergenlik çağına gelmeyen çocuklara oruç tutmak farz değildir. Ancak bünyelerine zarar vermeyecek şekilde çocukları da yavaş yavaş oruç tutmaya alıştırmak uygun olur.

Lohusa olan kadınlarla âdet gören kadınlar bu hâllerinin devam ettiği günlerde oruç tutamaz, namaz kılamazlar. Bu sebeple Ramazan ayında tutamadıkları oruçları Ramazan’dan sonra uygun bir zamanda kaza ederler, yani gününe gün tutarlar. Kılamadıkları namazları ise kaza etmezler.

E) Ramazan Orucu Kaç Gündür?

Ramazan ayı bazı yıllarda 29, bazı yıllarda da 30 gün olmaktadır. Ramazan ayı 29 gün olduğu zaman oruç yine tamdır. Çünkü farz olan, Ramazan ayının tamamını oruçlu geçirmektir.

Bu sebeple, Ramazan ayının 29 gün olduğu yıllarda tutulan orucun eksik olması söz konusu değildir.

Nitekim Peygamber Efendimiz dokuz Ramazan orucu tutmuştur. Bunlardan dördü 29 gün, beşi de 30 gün olmuştur.

Ramazan ayı girmeden önce, onu karşılamak maksadıyla bir veya iki gün oruç tutmak doğru değildir. Böyle bir oruç, farz olan Ramazan orucuna ilave görüntüsü taşıdığından mekruh görülmüştür.

Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

لاَ يَتَقَدَّمَنَّ أَحَدُكُمْ رَمَضَانَ بِصَوْمِ يَوْمٍ أَوْ يَوْمَيْنِ، إِلاَّ أَنْ يَكُونَ رَجُلٌ كَانَ يَصُومُ صَوْمًا فَلْيَصُمْ ذَلِكَ الصََّوْمَ

“Sizden biriniz Ramazan’ı, bir gün veya iki gün oruçla karşılamasın! Ancak mutadı olan bir orucu tutuyorsa onu tutsun.”186

Ayın ve haftanın belirli günlerini oruç tutmayı alışkanlık hâline getiren kimsenin oruç tuttuğu günler Ramazan öncesindeki iki güne rastlarsa bu oruçları tutmak mekruh olmadığı gibi, Ramazan’dan önce iki günden fazla oruç tutmak da mekruh değildir.

F) Ramazan Ayının Başlangıcının ve Sonunun Tesbit Edilmesi

Farz olan orucun vakti Ramazan ayıdır. Bu sebeple Ramazan ayının başlangıcı ile bayram gününün doğru olarak belirlenmesi büyük önem taşımaktadır.

Ramazan ayı ile bayramları, hilali gözleyerek tespit etmek esas olmakla birlikte bunlar, astronomi ilminden yararlanılarak hesapla da tespit edilebilir. Maksat, Ramazan ve bayramların doğru olarak belirlenmesidir.

Nitekim namaz vakitleri de Kitap ve Sünnette güneşin hareketi ile (daha doğrusu dünyanın güneş etrafında dönmesi ile) meydana gelen ışık ve gölge durumlarına bağlanmışken bugün, bunlar dikkate alınarak namaz vakitleri hesapla belirlenerek takvimlerde gösterilmektedir.

Günümüzde yapılan bütün gözlemler de astronomik hesapların doğruluğunu kanıtlamaktadır.

1978 yılında 19 İslam ülkesinden 40 Din ve Astronomi bilgininin katılmasıyla İstanbul’da toplanan “Rü’yet-i Hilal” konferansında, Kameri ay başlarının tespitinde, hilalin rü’yeti (ister çıplak gözle, isterse modern ilmin rasat metotlarıyla olsun hilalin görülmesi) esas olmakla beraber, astronomların hesapla tespit ettikleri ay başlarına dinen itibar edileceği kararına varılmıştır.

Konu hakkında yeterli bilgi edinmek isteyenlerin yararlanması için, sözü edilen konferansa Diyanet İşleri Başkanlığı’nca sunulan ilmî tebliğin bazı bölümlerini özetleyerek buraya alıyoruz:

“İslami hükümlere göre namaz vakitlerinin belirlenmesinde Güneşin hareketlerinin (daha doğrusu, Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki günlük hareketi ile Güneş etrafındaki yıllık hareketlerinin), oruç, hac, zekât, fıtır sadakası, kurban, bayram gibi ibadetlerin zamanlarının tespitinde ise Ay’ın aylık ve yıllık hareketlerinin esas alınması gerekmektedir. Söz konusu ibadetlerin zamanlarının isabetle tayin edilebilmesi ise, Kameri ay başlarının, özellikle Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarının ilk günlerinin doğru olarak tespitine bağlıdır. Fıkhi eserlerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, İslam müctehid ve fakihlerinin büyük çoğunluğu, Resulullah (sas.) Efendimizin, “Ramazan hilalini görünce, oruca başlayın, Şevval hilalini görünce bayram yapın. Hava kapalı olur da, hilal görülemezse (Şaban ve Ramazan aylarını) 30 güne tamamlayın”187 hadis-i şerifi ile istidlal etmişler, Kameri ay başlarının tespitinin, bu aylara ait ilk hilallerinin görülmesi, bu mümkün olmadığı takdirde, ayın

30 güne tamamlanması ile olacağını, bu konuda hesapla ve müneccimlerin sözleriyle amel etmenin dinen caiz olmayacağını savunmuşlardır.

Buna karşılık, sayıca az olmakla birlikte Kameri aybaşlarının (Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilallerinin) hesapla da tayininin mümkün, caiz ve hatta zaruri olduğunu ifade eden muhakkik fakihler de her asırda bulunmuştur.

Kameri ay başlarının tayininde, mutlaka Rü’yet’in esas olduğunu, hesapla amel etmenin caiz olmadığını savunan fakihlerin belli başlı delilleri şunlardır:

1. Hadis-i Şerifte, “Hilali görmedikçe oruca başlamayın. Hilali görmeden orucu bırakıp bayram yapmayın. Hava kapalı olur da, hilali göremezseniz, ayı 30 gün takdir edin.”188 buyrulmuş, hesaptan ve müneccimlerin verecekleri bilgiden söz edilmemiştir. Aksine hilalin görülmesi, görülemediği takdirde ayın 30 güne tamamlanması emredilmiştir. Hesapla amel edilmesi caiz olsaydı, Hz. Peygamber (sas.) 30’a tamamlamayı emretmez, “Hesap bilenlere başvurunuz” buyururdu.

2. Peygamberimiz (sas.) müneccimlere inanmayı ve ilm-i nücum ile meşguliyeti yasaklamış, “Kim bir kâhine veya müneccime gider de (ondan gaibe ait haber sorarsa) Muhammed’e indirileni inkâr etmiş olur.”189 buyurmuştur.

3. İlm-i nücum hayal ve tahminden ibarettir. Ne kesin bilgi, ne de zzan-ı galib zan ifade eder. Bu sebepledir ki kameri ay başlarının tayininde bu ilme itimat edilemez.

4. Dinî vazifelerin vakitlerini hesapla tayin etmek, hesap bilenlerin azlığı sebebiyle, dinî hükümlerin ifasını zorlaştırır. Din kolaylıktır. Bu sebeple ibadet zamanlarının tayini, âlimin de, cahilin de kolaylıkla tatbik edebileceği basit esaslara bağlanmıştır.

Kameri ay başlarının, özellikle Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilallerinin Rü’yetten başka astronomik hesaplarla da tayin edilebileceği görüşünü benimseyen âlimler, hesabı kabul etmeyenlerin ileri sürdükleri itirazlara şöyle cevap veriyorlar:

1. “Ramazan hilalini görünce oruca başlayın. Şevval hilalini görünce orucu bırakın. Hava kapalı olursa, ayı 30 güne tamamlayın” anlamındaki hadis-i şerifler, kameri aylara ait hilallerin hesapla tayin edilmesini yasaklamamakta, Müslümanların oruç, hac, kurban, fıtır sadakası, bayram gibi ibadetlerini ifa için, Ay’ın hareketlerine ait ince hesapları öğrenmekle mükellef kılınmadıklarını, bu iş için avamın da, havasın da bilip tatbik edebileceği Rü’yet yolunun kullanılabileceğini göstermektedir.

2. Hadis-i şerifte yasaklanan ilm-i nücum, günümüzün müsbet ve modern astronomi ilmi değildir. Bugünün müsbet ilmi olan astronomiyi, İslam’ın yasaklamış olması muhaldir. Burada işaret edilen ve yasaklanan şey, yıldızların hareketlerinden geleceğe ait haber ve hükümler çıkarmağa ve birtakım hurafi bilgiler elde etmeğe çalışılmasıdır. Nitekim âlimler, bu ve benzeri hadis-i şeriflerde geçen “Müneccim” terimini, “yıldızların doğup batmasından geleceğe ait haber veren kimse, “Kâhin” terimini ise “Bir şeyi vukuundan önce haber veren veya gayb hakkında hüküm veren kimse” diye tarif etmişlerdir.190

3. Mütekaddim fakihlerin zan ve tahminden ibaret sayarak, zann-ı galib bile ifade etmeyeceğini söyledikleri hesap ve ilm-i nücum, günümüzün hesabı ve astronomisi değil, belki bu ilme ait ilk ve çok sınırlı bilgilerdir. Günümüzde astronomi ilminin elde ettiği sonuçlar ve hesaplar kesindir.

4. Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarına ait hilallerin hesapla tayin ve tespiti için bütün Müslümanların astronomi ve ince hesapları öğrenmeleri gerekmez. Nitekim herkes hilal aramakla da sorumlu tutulmamış, toplum içinden birkaç kişinin, hatta bir iki kişinin hilali arayıp görmesi ile diğerlerinden sorumluluk kalkmıştır. Özellikle günümüzde hesap, artık rü’yetten daha kolay, toplumlar için çok daha pratik hâle gelmiştir. Bu itibarla, hesapla hilalin tayini, Müslümanlar üzerine külfet ve meşakkat değil, bilakis kolaylıktır.

Bilindiği üzere Cenab-ı Hak, bütün kâinatı bir düzen içinde yaratmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de,

“Güneşi ışıklı ve Ay’ı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için Ay’a konak yerleri düzenleyen O’dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır. Bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor”191 buyrulmaktadır.

Bir başka ayet-i celilede ise,

اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ

“Güneş ve Ay (belli ve sabit) bir hesaba göre hareket ederler.”192 buyrulmuştur.

Görüldüğü üzere, bu ayetlerin ilkinde, insanların ay ve yılları hesaplayabilmeleri için kameri menziller tayin edildiği açıklanmaktadır. Ayrıca ilahi kudret ve azametin anlaşılabilmesi için Güneş ve Ay’ın hareketlerinin öğrenilmesi, gök bilime önem verilmesi teşvik edilmiştir.

İkinci ayet-i celilede ise Güneş ve Ay’ın gelişigüzel değil, sabit bir düzen ve hesap uyarınca hareket etmekte oldukları beyan buyrulmuştur.

Ayet-i kerimelerdeki bu açıklık karşısında, Güneş’in ve Ay’ın hareketlerini salisesine kadar tespit edebilen günümüz astronomisine karşı menfi tavır almak, istiğna göstermek ve dinî günlerin tayininde bu unsurdan yararlanmayarak, yalnız Rü’yet üzerinde ısrar etmek, kanaatimizce Kur’an’ın ve Sünnet’in ruhuna aykırı davranmaktır.

Resulullah (sas.) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, “Biz ümmi bir milletiz. Ne yazı biliriz, ne de hesap yapmayı. Bize gerekli olan, ayın bazen 29, bazen de 30 gün olduğunu bilmekten ibarettir.”193 buyurmuştur.

Bu hadis-i şerifle yukarıda geçen “Ramazan hilalini görünce, oruca başlayın, Şevval hilalini görünce iftar edin. Hava ve atmosfer şartları dolayısıyla hilal görülmediğinde ayı 30 güne tamamlayın” anlamındaki hadis-i şerif birlikte incelenecek olursa, Resulullah’ın (sas.) kameri ayların başlangıçlarını tayinde Rü’yet’i esas almasındaki sebebin, o günkü toplumda yazının ve Ay’ın hareketleri ile ilgili hesapların bilinmemesi olduğu görülür.

O günkü toplumun içinde bulunduğu şartlara ve imkânlara uygun olarak gösterilen bilgi yolu üzerinde bu gün de ısrar göstermek ve İslam’ın her vesile ile teşvik ettiği müsbet bilimin sonuçları karşısında müstağni davranmak, doğru olmasa gerektir.

Kameri ay başlarının tespitinde, fakihlerin “Hilali gördüğünüzde oruca başlayın...” ve benzeri hadis-i şeriflere istinaden rü’yet’i esas almaları, o devirlerde yapılabilen astronomik hesapların ay başlarını tespitte yeterli olmadığındandır. Bu illet Hz. Peygamber’in (sas.) —daha önce zikrettiğimiz— “Biz ümmi bir milletiz. Ne yazı biliriz, ne de hesap yapmayı...” mealindeki hadis-i şerifinde açıkça görülmektedir. Ay başlarının tayininde hilal gözleme yolunun seçilmiş olması, hesapla bunu yapmanın —o gün için— mümkün olmadığındandır. Özellikle günümüzde ise artık Ay’ın bütün hareketleri, en ince teferruatına kadar hesaplanabilmekte, gerek kavuşum (ictima), gerekse yeryüzünden hilal hâlinde ilk defa görülebileceği yer ve zaman kesinlikle bilinebilmektedir.

Esasen —daha önce de işaret edildiği üzere— tabii ve müsbet ilimlerin İslam dünyasında gelişmeğe başladığı Tabiun devrinden itibaren her asırda —sayıca az da olsalar— bir kısım muhakkik fakihler, Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilallerinin tespitlerinde hesapla amelin caiz olduğu ictihadında bulunmuşlardır. Nitekim, Aynî’nin194 naklettiğine göre Tabiun’un büyüklerinden bazı kimseler, hesap yolu ile kamerin menzillerinin tespitine itibar edilebileceğini kabul etmişlerdir. İbn Süreyc’in rivayetine göre, Mutarrıf b. Abdillah b. Şıhhîr ile İbn Kuteybe bunlardandır.195 Bu zatlar, yukarıda çeşitli vesilelerle zikredilen hadis-i şerifteki “hava kapalı olursa, takdir yoluna başvurun” cümlesini, cumhurun anladığı “sayıyı 30 güne tamamlayarak takdir edin” şeklinde değil, “ayın menzillerini hesapla tayin ve takdir edin” diye tefsir ve izah etmişlerdir.

Ahmed ibn Hanbel ise bu sözü “hava kapalı olduğu zaman, hilali bulutların altında varmış gibi kabul edin” şeklinde anlamıştır. O’nun ictihadına göre, Şaban’ın 29’uncu günü havanın kapalılığı sebebiyle hilal görülmezse, ertesi günü Ramazan’ın 1.günü itibar edilerek oruca başlanması gerekir. Abdullah b. Ömer’in görüşü de budur.

Hadis-i şerifteki “onu takdir ediniz” tabirinin, “hesapla tayin ve takdir ediniz” şeklinde anlaşılması, özellikle yılın çoğu günlerinde havanın kapalı olduğu, güneşin bile ayda ancak birkaç gün görülebildiği coğrafi bölgeler için de, uygulamada kolaylık sağlayıcı niteliktedir. Aksi hâlde, bu bölgelerde Ramazan hilalini görmek çoğu zaman mümkün olmadığı gibi, Şaban hilali için de aynı durum söz konusu olduğundan, önceki ayı 30 güne tamamlamak da genellikle mümkün olmayacaktır.

İbn Süreyc’in nakline göre, İmam Şâfi’î de ayın hilal durumunun astronomik hesaplarla tayin edilebileceği kanaatını benimseyen kimselerin, hesapla amel etmelerinin caiz olduğunu söylemiştir.196

Hicri Yedinci asrın ictihad derecesine ulaşmış fakihlerinden Takıyyûddin b. Dakıkî’l-Îd ise şu görüşleri ileri sürmüştür:

“Ay’ın kavuşum zamanını hesapla tespitine göre Ramazan orucuna başlanamaz. Çünkü Ay’ın hilal hâlinde yeryüzünden görülebilmesi kavuşum zamanından 1-2 gün daha sonra vaki olur. Şeriat, Ay’ın kavuşum (ictima) anını değil, hilal hâlini ay başına esas almıştır. Fakat bulut, toz, sis vs. gibi görüşe mani bir sebeple

görülemeyen hilalin ufuktaki varlığı hesapla tayin edilebilirse, şer’î sebep meydana geldiği için, yeni ayın başlaması gerçekleşmiş olur. Çünkü yeni ayın başlamasında şart olan, hilalin bizzat görülmesi değil, Ay’ın hilal hâlinde ufukta mevcut olmasıdır. Görülmüş olsa da, olmasa da ilk hilal hâli ile dinen yeni ay başlamıştır. Bu durum, kesinlikle bilindiğinde, bu bilgi ile amel vacib olur.”197

Konu ile ilgili hadis-i şerifler gereğince, dinen Ramazan ayının başlaması, bu aya ait ilk hilalin, güneşin batmasından sonra yeryüzünden görülebilecek bir hâlde, ufukta mevcut olmasıdır.

8’inci hicri asırda yaşayan Şafii fakihlerinden es-Sübkî de hesap ile amel etmeği benimseyen ve bu konuda uğradığı tenkidlere rağmen görüşünü ısrarla savunan âlimlerden biridir. Bu konuda kaleme aldığı müstakil risalesinde198 Sübkî: “Ay’ın otuzuncu gecesinde Hilalin görüldüğüne şahadet edenlere karşı, astronomi ve hesap uzmanları, “hesaba göre bu gece hilalin görülmesi mümkün değildir” deseler, astronomi ve hesap uzmanlarının sözü ile amel edilip, şahitlerin şahadeti reddedilir. Çünkü riyazi hesap katidir. Şehadet ise zannidir.” demektedir.199

Hesapla amel etmeyi gerekli kılan sebeplerden biri de, yeryüzünde kutup bölgelerine yaklaşıldıkça, güneşin ardarda iki doğuşu veya batışı arasındaki sürenin 6 aya kadar uzamış olmasıdır. Bu bölgelerde bugün insanlar yaşamakta ve bunlar arasında Müslümanlar da bulunmaktadır. Bu bölgelerdeki Müslümanların, guruptan sonra rü’yetle oruç tutmaları mümkün olmadığına ve “bu Müslümanlara oruç farz değildir” de denilemeyeceğine göre, Ramazan ayını ve hatta oruç saatlerini hesapla takdir etmek zarureti vardır.

Çünkü oruç, gerçekte hilalin rü’yeti sebebiyle değil, Allah’ın emri olduğu için farzdır. Hilalin görülmesi, oruç tutulması farz olan Ramazan ayının başladığına alamettir. Bir ibadetin vakti için alamet olarak tayin edilen şeyin bulunmaması ile bu ibadet ortadan kalkmaz. Bu alametin bulunmayışı sebebiyle, vakit de ortadan kalkmış olmaz. O hâlde bu vakit başka bir alametle tayin edilir. Nitekim akşam vaktinin girdiğini, güneşin batması ile ikindi vaktinin girdiğini bir şeyin gölgesinin bir veya iki katı uzaması ile yatsı vaktinin girdiğini, şafağın kaybolması ile anladığımız gibi, saatle de tayin ve tespit edebiliriz. Havanın kapalı olması dolayısıyla, gölge, fecr, şafak veya gurubun görülememiş olması, nasıl bu namazlara ait vakitleri ortadan kaldırmazsa, hilalin görülmemiş olması sebebiyle de Ramazan’ın başlamaması gerekmez. Hilal görülmediğinde hesap rü’yetin yerini tutar.

Aslında rü’yeti savunan âlimleri, kendi asırlarının sınırları içinde haklı görmek mümkündür. Çünkü onların güvenemedikleri hesap, günümüzün bilgisayarlarla yapılan hesabı ve yine onların bel bağlayamadıkları ilm-i nücum ayın hareketlerini, salisesine kadar bilebilen, günümüzün astronomisi değildir. Anlaşılması güç olan, hesaba karşı çıkan bu eski âlimlerin tutumu değil, günümüzde hesaptan istiğna gösterip dinî günlerin tayin ve tespitinde, rü’yetten başka metot kabul etmeyen kişilerin tutumudur.

Bilindiği üzere hilal, ayın ilk ve son günlerinde, yeryüzünden ince bir kavs hâlindeki görüntüsüne denir. Kavuşum (ictima) zamanında Ay, dünyanın hiçbir yerinden görülemediğinden kavuşum durumundaki Ay’a hilal denilemeyecektir. Gerek ayet-i celilede, gerekse hadis-i şerifte ayın başlangıcını tayin için hilalden ve rü’yetten söz edildiğine göre, ayın kavuşum (ictima) hâlinin, aybaşlarına mebde’ olarak alınması söz konusu olamayacaktır. Ay’ın kavuşum hâlinin, aybaşlarına mebde’ kabul edilmesi, kanaatimizce ayet-i celile ve hadis-i şeriflerin sarahatine aykırı düşmektedir.

Kameri aybaşlarının hesapla tespitinde, hilalin yeryüzünden görülme ölçüsüne uyulması hâlinde, gözlem yaparak hilal arayanların elde edecekleri sonuçlarla, hesabın ortaya koyduğu sonuçlar arasında tam bir uygunluk da meydana gelecektir. Böylece, hesabı kabul etmeyenlerle, hesap taraftarları arasındaki ayrılık da, uygulama açısından son bulmuş olacaktır.

Hesapların kavuşum anı ölçüsüne dayandırılması hâlinde ise dinî günlerin tayin ve ilanı, genellikle bir gün önce olacak, rü’yet üzerinde ısrar edenlerin “hilal görülmeden oruca başlandı veya iftar edildi” şeklindeki iddiaları, toplumları huzursuz etmeğe devam edecektir.

O hâlde, şer’an ayın başlaması, Kamerin hilal hâlinde yeryüzünden görülebilecek duruma gelmesi ile sabit olacaktır.

Burada dikkate alınması gereken husus, dünyanın herhangi bir bölgesinde ayın ilk hilali görüldüğünde, yeryüzünün bütün bölgelerinde vakit ve saatin aynı olmadığıdır. Sözgelimi, 1398 H./1978 M. Yılı Şevval hilali ilk defa 3 Eylül günü (pazarı pazartesiye bağlayan gece) Avustralya’nın güneydoğu deniz bölgesinde, Greenwich saati ile 07.17’de görülmüştür. Bu anda, söz konusu bölgede Güneş batmış durumda iken, mesela daha batıda bulunan Mekke’de gündüz mahalli saat henüz 10.17’yi göstermektedir. Bu duruma göre, 3 Eylül Pazar günü hilalin görüldüğü bölgenin gecesine iştirak eden yerlerde bayram ilan edilmesi mümkün iken, böyle olmayan yer ve ülkelerde (Mesela, Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas gibi hemen bütün İslam ülkelerinde) bayram ilanı mümkün değildir. O hâlde meselenin çözümünde uygulanacak hâl tarzı kanaatimizce şöyle olacaktır:

Kavuşum anını takip eden guruptan (güneşin batışı) sonra, hilalin görüldüğü ülkenin gecesine iştirak eden, (yani hilal sabit olduğunda henüz imsak vakti girmemiş olan) diğer bütün ülkelerdeki Müslümanlar, bu sübuta uyacak, o geceyi takip eden günü, yeni ayın ilk günü olarak kabul ve ilan edeceklerdir.

Ancak, nadir hâllerde de olsa, bu ölçünün İslam dünyasını böldüğü durumlar olacaktır. İmsake yetişebilen ve daha çok batıda olan ülkeler, Ramazana ve bayrama girerken, doğuda olup imsake yetişememiş olanlar bir gün gecikmiş olacaklardır.

Günümüzde artık Ay’ın bütün hareket ve menzilleri en ince teferruatına kadar bilinip kolaylıkla hesap edilebildiği ve dinî ölçülere uygun olarak, hilalin ilk görüleceği yer ve zamanın kesinlikle bilinebildiği cihetle, kameri ay başlarının tespit ve ilanında astronomiye itibar edilmelidir. Ancak, dinî bir geleneğin yaşatılması düşüncesinden hareketle de ayrıca yetkili ve sorumlu merciler tarafından, hilalin usûlüne göre gözlenmesi de mümkündür. Hesaplar, hilalin yeryüzünden görülebilme ölçüsüne dayandırıldığı takdirde, —ihtilaf-ı metalı’a itibar etmemek şartı ile— hesap ile bu gözlem arasında bir mübayenet de olmayacaktır.

Kameri ayların başlamasına esas alınacak sınır, kavuşum (ictima) zamanı değil, Ay’ın hilal hâlinde yeryüzünden ilk defa görülebileceği zaman olmalıdır. Çünkü bu konudaki ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde Rü’yet ve Hilal lafızları kullanılmıştır. Bilindiği üzere ictima hâlinde, Ay’ın yeryüzünün hiçbir yerinden rü’yeti mümkün değildir. Hilal ise Ay’ın yeryüzünden ince bir kavs hâlindeki görüntüsü demektir.

Kameri ay başlarının tespiti için, hilalin yeryüzünün herhangi bir bölgesinden görülmesi (veya bu durumun hesapla bilinmesi) yeterli görülmeli, bu bölgenin İslam ülkeleri sınırları içinde bulunması şartı aranmamalıdır. Çünkü artık asrımızda dünyanın her noktasında çok sayıda Müslümanlar vardır. İslam ülkeleri sınırları dışındaki rü’yete itibar edilmediği takdirde, bu bölgelerde yaşayan Müslümanlarla İslam ülkeleri arasında Ramazan ve Bayram birliği sağlanamayacaktır.

İctima anını takip eden guruptan (güneşten batışı) sonra hilalin ilk defa görüldüğü ülkenin gecesine iştirak eden diğer bütün ülkelerde bu rü’yete uyularak, o geceyi takip eden gün, yeni kameri ayın ilk günü sayılmalıdır.”

(Başkanlığın tebliği burada bitti.)

G) Oruç Çeşitleri

Beş çeşit oruç vardır:

1. Farz Olan Oruçlar: Ramazan ayında oruç tutmak, Ramazan’da tutulamayan orucu başka günlerde kaza etmek ve keffaret oruçları farzdır.

2. Vacip Olan Oruçlar: Adak oruçları ile bozulan nafile oruçları kaza etmek vacibdir.

3. Sünnet Olan Oruçlar: Muharrem ayının dokuzuncu gününü onuncu günü ile veya onuncu gününü on birinci günü ile beraber oruç tutmak sünnettir.

4. Müstehab Olan Oruçlar: Kameri ayların on üç, on dört ve on beşinci günleri ile haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri ve Ramazan’dan sonra Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabdır.

5. Mekruh Olan Oruçlar:

Mekruh olan oruçlar iki kısımdır:

a) Tenzihen mekruh olan oruçlar: Muharrem ayının sadece onuncu günü ile yalnız Cuma ve yalnız Cumartesi günlerinde oruç tutmak, akşamdan iftar etmeyerek bir günün orucunu ertesi güne birleştirmek mekruh olduğu gibi, kişiyi zayıf düşürmesi ve orucu âdet hâline getireceği için senenin tamamını oruç tutmak da mekruhtur.

b) Tahrimen mekruh olan oruçlar: Ramazan bayramının birinci günü ile kurban bayramının dört günü oruç tutmak tahrimen mekruhtur.

Bu günler, Allah’ın kullarına birer ziyafet günleridir. Oruç tutarak Allah’ın ziyafetinden kaçmak doğru değildir.

H) Oruca Ne Zaman ve Nasıl Niyet Edilir?
Orucun önemli bir şartı da niyettir. Niyetsiz oruç sahih değildir. Bu sebeple, niyetin ne zaman ve nasıl yapılacağının bilinmesi gerekir.

Niyet zamanı itibariyle oruçlar ikiye ayrılır:

1. Güneşin batışından itibaren gündüz kuşluk vaktine kadar niyet edilebilen oruçlar,

Ramazan ayında tutulan, belirli günlerde tutulması adanan oruçlar ile nafile olarak tutulan oruçlardır.

Bu oruçlara geceleyin imsak vaktinden önce niyet edilebileceği gibi, gündüz kuşluk vaktine kadar da niyet edilebilir, imsakten önce niyet etmek daha faziletlidir.

Gündüz oruca niyetin caiz olması, imsak vaktinden sonra bir şey yemeyip içmemeye ve orucu bozan bir iş yapmamaya bağlıdır. Eğer oruca aykırı bir şey yapılmış ise gündüz niyet caiz olmaz.

2. İmsak vaktinden önce geceleyin niyet edilmesi gereken oruçlar:

Bunlar, Ramazan’da tutulamayıp başka zamanda kaza edilen Ramazan orucu ile her çeşit keffaret oruçları, başlanıp da bozulan nafile oruçların kazası ve mutlak olarak adanan (zamanı belirlenmeyen) oruçlardır.

Bu oruçlar için belirlenen bir vakit olmadığından bunlar için imsakten önce geceleyin niyet etmek lazımdır. Bu oruçlara tan yeri ağardıktan yani imsak vakti geçtikten sonra niyet edilmez.

Ramazan orucuna akşamdan itibaren kuşluk vaktine kadar niyet edilebilir. Şöyle ki,

Normal olarak oruca sahur yemeğini yedikten sonra niyet edilir. Ancak sahurda uyanamayıp yeme içme zamanının bittiği imsak vaktinden sonra kalkan bir kimse, güneş doğmuş olsa bile, kuşluk vaktine kadar o günün orucuna niyet edebilir. Yeter ki imsak vaktinden sonra orucu bozacak bir şey yapmasın.

Sahura kalkmak istemeyen bir kimse, akşamdan sonra yarının orucuna niyet edebilir, geceleyin kalkıp tekrar niyet etmesi gerekmez.

Oruç tutmak maksadıyla sahura kalkmak niyet sayılır. Sahura kalkmayan ve daha önce oruca niyet etmeyen bir kimse de kuşluk vaktine kadar niyet edebilir. Böyle geç niyet etmiş olanların oruçlarında bir eksiklik yoktur. Kuşluk vaktinden sonra oruca niyet edilmez.

Niyet, esasen kalp ile olur. Yani geceleyin, yarın oruç tutacağını kalbinden geçiren kimse niyet etmiş demektir. Oruç tutmak düşüncesi ile sahur yemeğine kalkan kimsenin bu düşüncesi de niyettir. Oruca kalp ile niyet etmek yeterlidir. Ancak kalp ile yapılan bu niyeti dil ile söylemek daha iyidir. Bu sebeple, oruç tutacak olan kimse, hem içinden niyet etmeli, hem de dil ile:

“Niyet Ettim Ramazan-ı Şerif’in yarınki orucuna” diye söylemelidir. Her günün orucuna ayrı niyet etmek lazımdır.

I) Sahur ve İftarın Fazileti

Sahurda kalkıp yemek müstehabdır. Peygamberimiz, “Sahurda yemek yiyiniz, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır”200 buyurmuştur. Sahur yemeği, oruca dayanma gücü verir. Duaların kabul edildiği vakitlerden biri de sahur zamanıdır. Oruçlu sahura kalktığı zaman, dilekleri için dua etmeli ve Allah’tan günahlarının bağışlanmasını istemelidir.

Oruç ibadetini tamamlayıp iftar vaktine yetişen kimse, bundan büyük bir mutluluk ve sevinç duyar. Tuttuğu orucun mükâfatını almak üzere, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna vardığı zaman en büyük sevinci tadacaktır.

Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Oruçlunun iki sevinci vardır: Biri iftar ettiği vakit, diğeri de Allah’a kavuştuğu zamandır.”201

İftar vakti yapılan dualar kabul edilir. Peygamberimiz (sas.), bu konuda şöyle buyurmuştur: “Üç kimsenin duası geri çevrilmez, kabul edilir:

1. Oruçlunun iftar vaktindeki duası,

2. Adaletli hükümdarın duası,

3. Mazlumun duası.”202

Ramazan Orucunu Başka Zamanda Tutmayı Mubah Kılan Özürler

Özürsüz olarak Ramazan ayında oruç tutmamak hem günahtır, hem de cezası vardır. Ancak bir kimse aşağıdaki durumlarda Ramazan orucunu tutmayabilir veya başlamış olduğu orucu bozabilir. Ancak sonradan ilk fırsatta tutamadığı oruçları kaza etmesi gerekir.

1. Hastalık: Bir hasta oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkarsa oruç tutmayabilir. Hastalığı iyileşince tutamadığı oruçları kaza eder. Hastaya bakan kimse de böyledir. Ancak bu, hastaya bakmak zorunda olan kimsenin oruç tutması hâlinde zaafa uğrayıp hastaya gerekli bakımı yapamaması sebebiyle hastanın hayatının tehlikeye düşmesi söz konusu olacağı durumlardadır. Böyle bir tehlike yoksa hastaya bakan kişinin gücü yetiyorsa orucunu tutması gerekir, başka zamana ertelemesi doğru olmaz.

2. Yolculuk: Ramazan ayında yaklaşık 90 km. mesafeye yolculuğa çıkan kimse oruç tutmayabilir. Yolculuk hâli bitince tutmadığı günleri kaza eder. Oruç tutmasında bir güçlük yoksa yolcunun oruç tutması daha hayırlıdır.

3. Tehdit edilmek: Orucu bozmak için ölümle veya vücuduna bir zarar verilmekle tehdit edilen kimse orucunu bozabilir. Bozduğu orucu sonra tutar.

4. Gebe ve Emzikli Olmak: Gebe veya emzikli olan bir kadın, oruç tuttuğu takdirde kendisine veya çocuğuna bir zarar geleceğinden korkarsa oruç tutmayabilir. Gebelik ve emziklilik hâli sona erince tutamadığı günleri kaza eder.

5. Şiddetli Açlık ve Susuzluk: Oruçlu bir kimse açlık veya susuzluk sebebiyle aklının bozulmasından veya vücuduna ciddi bir zarar geleceğinden korkarsa, orucunu bozabilir. Sonra uygun bir zamanda tutamadığı oruçları kaza eder.

6. Yaşlılık ve Düşkünlük: Vücudu günden güne düşen ve oruca dayanamayan iyice ihtiyarlamış olan kimseler oruç tutmayabilir. Bunlar sonradan da orucu kaza edemeyecekleri için tutamadıkları her günün orucunun yerine fidye verirler. İyileşme ümidi olmayan hastalar da böyledir.

İ) Fidye


Oruç tutmaya gücü yetmeyen düşkün ve yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar, Ramazan ayının her günü için birer fidye verirler. Fidyenin tutarı aynen fitre kadardır. Bu fidyeler Ramazan’ın başlangıcında verilebileceği gibi, Ramazan’ın içinde veya sonunda da verilebilir.

İsterse fidyenin hepsini bir fakire topluca verir, ayrı ayrı fakirlere de verebilir. Bu durumda olan kimseler, fidye vermeye gücü yetmiyorsa Allah’tan bağışlanmalarını isterler. Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ile iyileşme ümidi olmayan hastalar eğer ileride tutabilecek duruma gelirlerse tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Önceden verdikleri fidyelerin hükmü kalmaz, bunlar nafile bağış sayılır.

J) Kaza ve Keffaret

Kaza: Bozulan orucun yerine gününe gün oruç tutmaktır.

Keffaret: Bozulan bir gün orucun yerine iki kameri ay veya altmış gün peş peşe oruç tutmak demektir. Ayrıca bozulan orucun da kaza edilmesi gerekir. Keffaret sadece Ramazan ayında tutulan orucun mazeretsiz, bile bile bozulmasının cezasıdır. Diğer oruçların bozulması hâlinde yalnız kaza, yani gününe gün oruç tutmak yeterli olur.
Ramazan orucu öbür aylarda kaza edilirken bilerek bozulsa yine kaza lazım gelir, keffaret icap etmez.

Keffaret orucu, ara verilmeden peş peşe tutulacağı için Ramazan ayına ve oruç tutulması haram olan günlere rastlamaması lazımdır.

Keffaret orucuna kameri aylardan birinin ilk gününde başlanırsa iki ay ara vermeden oruç tutulur. Bu aylardan ikisi de yirmi dokuzar gün olsa bile iki tam ay oruç tutulduğu için keffaret tamamlanmış olur.

Ayın ilk günü değil de diğer günlerde başlanırsa hiç ara vermeden 60 gün oruç tutularak keffaret tamamlanır. Herhangi bir sebeple keffaret orucuna ara verilir veya eksik tutulursa, yeniden başlayıp altmış günü kesintisiz tamamlamak lazımdır. Kadınlar keffaret orucu tutarken araya giren ayhali günlerini tutmazlar, ayhali yani âdet hâlleri bitince ara vermeden temiz günlerinde oruca devam ederek 60 günü tamamlarlar. Kadın, âdet hâli bittiği hâlde temiz olan günlerinde oruç tutmayarak keffaret orucuna ara verirse, keffarete yeniden başlaması gerekir.

Aynı Ramazan’da veya değişik Ramazan aylarında birkaç defa keffareti gerektirecek şekilde orucunu bozan kimseye bunların hepsi için bir keffaret orucu yeterli olur. Ancak keffareti yerine getirdikten sonra yine kasten orucunu bozarsa bundan dolayı da ayrıca keffaret icap eder.

Yaşlı veya hasta olup keffaret orucu tutmaya gücü yetmeyen kimse, keffaret olarak altmış fakiri sabah ve akşam yedirip doyurur veya yemek parasını fakirin eline verir. Her günlük yiyecek bir fitre miktarıdır. Fitre miktarı bu parayı ayrı ayrı altmış fakire verebileceği gibi, her gün bir fitre miktarı olmak üzere altmış günde bir fakire de verebilir.

Altmış günlük yiyeceği veya fitre miktarı olan değerini bir günde bir fakire verirse sadece bir günlük yerine geçer.

K) Orucu Bozan Şeyler

Ramazan orucunu bozan bazı şeyler hem kaza hem de keffareti, bazı şeyler ise sadece kazayı gerektirir.

a) Orucu Bozup Kaza ve Keffareti Gerektiren Şeyler

1. Mazeretsiz, oruçlu olduğunu bilerek bir şeyi yemek ve içmek.

2. Dışarıdan buğday, arpa, pirinç veya bir susam tanesi kadar bir şeyi alıp yutmak.

3. Oruçlu olduğunu bile bile cinsel ilişkide bulunmak.

Karı kocadan biri ötekine zorla cinsel ilişkide bulunduğu takdirde, zorla ilişkide bulunana kaza ve keffaret, kendisine zorla ilişkide bulunulan kişiye ise kaza lazım gelir.

4. Sigara içmek, öd ağacı veya anber ile tütsülenip dumanını içeri çekmek.

5. Enfiye çekmek.

6. Buğday ve arpa tanesi yutmak.

7. Az miktarda tuz yemek.

8. Kan aldırdıktan veya sadece karısını öptükten sonra orucu bozulduğu kanaatiyle bile bile orucunu bozmak.

Ramazan ayında mazereti olmadığı hâlde oruç tutmayan Müslüman büyük günah işlemiş olur. Allaha tövbe etmesi ve tutmadığı oruçları kaza etmesi gerekir.

b) Keffareti Düşüren Şeyler

Keffareti gerektiren bir şeyi yaparak orucunu bozan kimse, aynı gün oruç tutamayacak derecede hastalanır veya kadın ayhali yahut da lohusa olursa keffaret düşer, yani keffaret orucu tutması gerekmez. Ancak hastalığın kendi isteği dışında olması şarttır. Kendisi kasten hastalığa sebep olursa keffaret düşmediği gibi sefer mesafesinde bir yolculuğa çıkması ile de düşmez.

c) Orucu Bozup, Yalnız Kazayı Gerektiren Şeyler

1. Un, hamur, bir defada çok miktarda tuz ve zeytin çekirdeği gibi yenilmesi ya da yutulması mutat olmayan şeyleri yemek veya yutmak.

2. Taş, toprak, demir, altın ve gümüş gibi şeyleri yutmak.

3. İçi olmayan ceviz ve badem yutmak.

4. Boğazına kaçan kar veya yağmuru kendi isteği olmayarak yutmak.

5. Başkasının zorlaması ile orucu bozmak.

6. Dişleri arasında nohut tanesi kadar kalan yemek kırıntısını yutmak.

7. Abdest esnasında ağzına ve burnuna su alırken kendi elinde olmayarak boğazına su kaçması.

8. Unutarak yiyip içtikten sonra orucunun bozulduğunu zannederek yiyip içmek.

9. Kendi isteği ile ağız dolusu kusmak.

10. Kendi isteği ile içine veya genzine duman çekmek. Kendi isteği ile olmazsa oruç bozulmaz (İçeri çekilen duman sigara dumanı olursa keffaret gerekir.).

11. Güneş batmadığı hâlde, battı zannederek iftar etmek.

12. İmsak vakti geçtiği hâlde daha vakit vardır zannederek yemek ve içmek.

13. Cinsel ilişki dışında kadına dokunmak veya öpmek sonucu boşalmak.

14. Ramazan orucundan başka bir orucu bozmak.

15. Misafir iken oruca başlayıp ikamete niyet ettikten sonra yemek.

16. Mukim iken oruca başlayıp sefer mesafesi yolculuğa niyet ederek bulunduğu yerin sınırlarını geçtikten sonra orucu bozmak.

Bunlardan biri ile orucu bozulan kimsenin akşama kadar yememesi, içmemesi ve cinsel ilişkide bulunmaması vacibdir.

Gündüz iyileşen hasta, yolculuğu sona eren misafir, ayhali veya lohusalıktan temizlenen kadın, ergenlik çağına gelen çocuk ve Müslüman olan gayr-i müslim, Ramazan ayına saygı için günün kalan kısmında oruçlu imiş gibi akşama kadar orucu bozacak şeylerden sakınmaları uygun olur.

Oruca niyetlenen kadın, gündüz ayhali veya lohusa olursa, orucunu bozması lazımdır.

Kadın, henüz ayhali olmadan âdet günümdür diyerek orucunu bozmamalıdır.

Hasta ve yolcu olup oruç tutmayan kimseler açıktan olmamak şartıyla yiyip içebilirler.

L) Orucu Bozmayan Şeyler

1. Oruçlu olduğunu unutarak yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak.

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, (sakın) bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir.”203

Unutarak yiyip içerken oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzını boşaltıp yıkar ve oruca devam eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey geçerse orucu bozulur. Bir kimse unutarak yiyen bir oruçluyu gördüğünde eğer güçlü kuvvetli olup, oruca dayanabilen bir kişi ise oruçlu olduğunu kendisine hatırlatır, zayıf ve güçsüz bir kişi ise hatırlatmaz.

2. Bir suya dalıp kulağına su kaçmak.

3. Kendi isteği olmayarak boğazına toz ve duman girmek.

4. Kendi isteği olmayarak kusmak.

5. Kendiliğinden içeriden gelen kusuntunun yine kendiliğinden içeriye gitmesi.

6. Uyurken ihtilam olmak.

7. Dokunma ve öpme olmadan sadece bakmak veya düşünmek sebebiyle boşalmak.

8. Eşini öpmek.

9. Geceleyin cünüp olan kimsenin sabaha kadar yıkanmayıp gündüz yıkanması.

10. Dişleri arasında sahur yemeğinden kalan ve nohut miktarından az olan kırıntıyı yutmak.

11. Ağzındaki tükürüğü yutmak.

12. Ağzına gelen balgamı yutmak.

13. Kafasından burnuna gelen akıntıyı içine çekip yutmak.

14. Ağzına aldığı mesela, dişine koyduğu ilacın tadını boğazda hissetmek.

15. Gözlerine sürme çekmek.

Bu saydığımız şeylerin hiçbirisi orucu bozmaz.

M) Orucu Bozan ve Bozmayan Muayene ve Tedavi Yöntemleri204

1. Astım hastalarının kullandığı sprey

Akciğer hastalarının kullandıkları spreyden, bir kullanımda 1/20 ml. gibi çok az bir miktar ağza sıkılmaktadır. Bunun da önemli bir kısmı ağız ve nefes boruları cidarında emilerek yok olmaktadır. Bundan geriye bir miktarın kalıp tükürük ile mideye ulaştığı konusunda kesin bir bilgi de yoktur. Abdest alırken ağızda kalan su ile kıyaslandığında, bu miktarın çok az olduğu görülmektedir. Hâlbuki oruçlu, abdest alırken ağzına verdiği sudan geri kalan miktarın mideye ulaşması hâlinde orucun bozulmayacağı konusunda hadis205 ve İslam bilginlerinin İcmaı vardır. Ayrıca, misvaktan bazı kırıntıların ve kimyevi maddelerin mideye ulaşması kaçınılmaz olduğu hâlde, Hz. Peygamber’in oruçlu iken misvak kullandığı, sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır.206 Diğer taraftan, “kesin olarak bilinen, şüphe ile bozulmaz” kaidesi gereğince, mideye ulaşıp ulaşmadığı konusunda şüphe bulunan bu şeyle oruç bozulmaz.

Bu itibarla astımlı hastaların, sağlığı oruç tutmalarına uygun olup başka bir hastalıkları da yoksa rahat nefes almalarını sağlamak amacıyla ağza püskürtülen oksijenli ilaç orucu bozmaz.

2. Göz damlası

Uzman göz doktorlarından alınan bilgilere göre, göze damlatılan ilaç miktar olarak çok az (1 mililitrenin 1/20’si olan 50 mikrolitre) olup bunun bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesamat yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Damlanın yok denilebilecek kadar çok az bir kısmının, sindirim kanalına ulaşma ihtimali bulunmaktadır. Bu bilgiler, yukarıdaki bilgilerle birlikte değerlendirildiğinde, göz damlası orucu bozmaz.

3. Burun damlası

Tedavi amacıyla burna damlatılan ilacın bir damlası, yaklaşık 0,06 cm3’tür. Bunun bir kısmı da burun çeperleri tarafından emilmekte, çok az bir kısmı mideye ulaşmaktadır. Bu da, mazmazada olduğu gibi ma’fuv kapsamında değerlendirilebilir.

4. Dil altı

Bazı kalp rahatsızlıklarında dil altına konulan ilaç, doğrudan ağız dokusu tarafından emilip kana karışarak kalp krizini önlemektedir. Söz konusu ilaç ağız içinde emilip yok olduğundan mideye bir şey ulaşmamaktadır. Bu itibarla, dil altı kullanmak orucu bozmaz.

5. Endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek

Midedeki hastalığı tespit amacıyla mideyi görüntülemek veya mideden parça almak için yaptırılan endoskopide, ağız yoluyla mideye tıbbi bir cihaz sarkıtılmakta ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonlardaki hastalığı teşhis etmek amacıyla, bağırsak içini görüntülemek veya parça almak için yapılan kolonoskopide, makattan bağırsaklara cihaz gönderilmekte ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonoskopide, hemen daima, endoskopide de genellikle, incelenecek alanın temizliğini sağlamak amacıyla cihaz içinden su verilmektedir.
Endoskopi veya kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek, yeme, içme anlamına gelmemekle birlikte, çoğunlukla cihaz içinden su verildiği için oruç bozulur. Ancak söz konusu işlemlerde cihazların kullanımı sırasında sindirim sistemine su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan bir madde girmemesi durumunda endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek orucu bozmaz.

6. İdrar kanalının görüntülenmesi, kanala ilaç akıtılması

İdrar kanallarına giren cihazlar veya akıtılan ilaçlar orucu bozmaz.

7. Anestezi

Acı ileten sinir yolları üzerinde iletimin değişik seviyelerde engellenmesi anestezi oluşturmaktadır. Lokal, bölgesel ve genel anestezi olmak üzere, üç türlü anestezi vardır. Küçük ameliyatlarda ameliyat bölgesinin yakın çevresine iletimi engelleyen ilaçların verilmesi ile oluşan anesteziye lokal anestezi denir. Vücudun daha geniş bölgeleri, örneğin belden aşağısı veya bir yarısı iletimin omurilik düzeyinde engellenmesi için omuriliğe veya omuriliğe varmadan geniş bir sinir grubunun oluşturduğu bağlantı yerleri üzerine ilaç verilerek oluşturulan anesteziye bölgesel anestezi denir. Hastanın uyutulup ağrının duyulması beyin düzeyinde engellenirse bu tür anesteziye genel anestezi denir.

Anestezi, nefes yolu veya iğne ile vücuda ilaç verilerek oluşturulmaktadır. Nefes yolu veya iğne ile yapılan anestezi, mideye ulaşmadığı gibi, yeme içme anlamı da taşımamaktadır. Ancak bölgesel ve genel anestezide, acil durumlarda ilaç ve sıvı vermek amacıyla damar yolu açılarak, bu açıklık işlem süresince serum vermek suretiyle sağlanmaktadır. Bu itibarla, lokal anestezi, orucun sıhhatine engel değildir. Bölgesel ve genel anestezide serum verildiği için oruç bozulur.

8. Kulak damlası ve kulağın yıkattırılması

Kulak ile boğaz arasında da bir kanal bulunmaktadır. Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su veya ilaç boğaza ulaşmaz. Bu nedenle kulağa damlatılan ilaç veya kulağın yıkattırılması orucu bozmaz.

Kulak zarında delik bulunsa bile, kulağa damlatılan ilaç, kulak içerisinde emileceği için, ilaç ya hiç mideye ulaşmayacak ya da çok azı ulaşacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi, bu miktar oruçta affedilmiştir. Ancak kulak zarının delik olması durumunda, kulak yıkattırılırken suyun mideye ulaşması mümkündür. Bu itibarla, orucu bozacak kadar suyun mideye ulaşması hâlinde oruç bozulur.

9. Fitil kullanmak, lavman yaptırmak

Ağrı kesici, ateş düşürücü olarak veya diğer bazı amaçlarla makattan, mantar ve bazı kadın hastalıklarının tedavisinde ferçten fitil kullanılmaktadır. Lavman, tıbbi operasyon öncesi veya kabızlıkta kalın bağırsakta bulunan dışkının, anüsten içeriye, sıvı verilerek dışarı çıkarılmasıdır.

Sindirim sistemi, ağızla başlayıp anüsle sona eren, sindirim borusu ile sindirim bezlerinden oluşur. Sindirim borusu ise ağızla başlar. Ağzın gerisinde yutak bulunur. Sonra yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum ve anüs gelir. Sindirim ince bağırsaklarda tamamlanmaktadır. Kalın bağırsaklarda ise sadece su, glikoz ve bazı tuzlar emilmektedir. Kadının ferci ile sindirim sistemleri arasında ise bir bağlantı bulunmamaktadır.

Bu itibarla kadınların fercinden kullanılan fitiller, orucu bozmaz. Makattan kullanılan fitiller ise her ne kadar sindirim sistemine dâhil olmakta ise de, sindirim ince bağırsaklarda tamamlandığı, fitillerde gıda verme özelliği bulunmadığı ve makattan fitil almak yemek ve içmek anlamına gelmediği için, orucu bozmaz.

Lavman yaptırmak konusunda ise iki durum söz konusudur, kalın bağırsaklarda su, glikoz ve bazı tuzlar emildiği için, gıda içeren sıvının bağırsaklara verilmesi veya orucu bozacak kadar su emilecek şekilde verilen suyun bağırsakta kalması durumunda oruç bozulur. Ancak, suyun bağırsaklara verilmesinden sonra bekletilmeyip bağırsakların hemen temizlenmesi durumunda, verilen su ile birlikte bağırsaklarda bulunan dışkının dışarıya çıkarıldığı ve bu esnada emilen su da, çok az olduğu için oruç bozulmaz.

10. İğne yaptırmak, hastaya serum ve kan vermek

İğnenin orucu bozup bozmayacağı, kullanılış amacına göre değerlendirilebilir. Ağrıyı dindirmek, tedavi etmek, vücudun direncini artırmak, gıda vermek gibi amaçlarla enjeksiyon yapılmaktadır. Gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyonlar, yemek ve içmek anlamına gelmediklerinden orucu bozmazlar. Ancak gıda ve/veya keyif verici enjeksiyonlar orucu bozar. Hastaya serum veya kan verilmesi de, aynı hükme tabidir.

11. Diyaliz

Böbrek yetmezliği hastalarına uygulanan diyaliz, periton diyalizi, hemodiyaliz olmak üzere iki çeşittir.

Periton diyalizi, karın boşluğuna verilen özel bir solüsyon aracılığı ile hastanın kendi karın zarı kullanılarak kanın zararlı maddelerden arındırılması ve sıvı dengesinin sağlanması işlemidir. Hemodiyaliz ise kanın vücut dışında bir makine yardımı ile temizlenip vücuda geri verilmesi işlemidir. Kan bir iğne aracılığı ile hastanın kolundan alınır. Hemodiyaliz makinesi, diyalizör denen bir filtreden kanı sürekli geçirerek zararlı maddeleri ve fazla suyu filtre eder. Filtre edilen temiz kan ikinci bir iğne ile hastanın damarına geri verilir. Bu işlem yapılırken bazen, gıda içerikli sıvı verilmesi gerekmektedir.

Buna göre hastaya herhangi bir sıvı maddesi verilmeden gerçekleştirilen hemodiyalizde oruç bozulmaz. Diğer diyaliz çeşitlerinde ise vücuda gıda içerikli sıvı verildiği için oruç bozulur.

12. Anjiyo yaptırmak

Halk arasında anjiyo olarak bilinen operasyon, teşhise yönelik (anjiyografi) ve tedaviye yönelik olarak uygulanmaktadır. Anjiyografi vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Damar içine damarların görünür hâle gelmesini sağlayan ve kontrast madde olarak tanımlanan ilaç verilerek, anjiyogram adı verilen filmler elde edilir. Anjiyografi sayesinde organları besleyen damarlar görüntülenerek damar hastalıkları veya bu damarlardan beslenen organlara ait tanı koydurucu bilgiler edinilir. Tedaviye yönelik olarak uygulanan anjiyonun klasik yöntemi anjiyoplastidir. Bu ise dar veya tam tıkalı damarların balon ya da stent denilen özel araçlarla tekrar açılması için yapılır.

Bu bilgiler ışığında gerek anjiyografi, gerekse anjiyoplasti operasyonlarında yemek ve içmek anlamı bulunmadığından, oruç bozulmaz.

13. Biyopsi yaptırmak

Tahlil amacıyla vücudun herhangi bir organından parça alınması (biyopsi), orucu bozmaz.

14. Kan vermek

Kan vermenin orucu bozup bozmayacağı konusunda, Hz. Peygamber’den rivayet edilen “Hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulur.”207 hadisinden hareketle bazı İslam bilginleri kan vermekle orucun bozulacağını söylemişlerdir. Din bilginlerinin çoğunluğu ise Hz. Peygamber’in oruçlu iken hacamat olduğuna dair rivayeti208 esas alarak kan vermenin orucu bozmayacağını söylemişlerdir.

Bu iki hadis ve diğer rivayetler birlikte değerlendirildiğinde, “Hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulur.” hadisinin “hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır.” şeklinde anlaşılmalıdır. Zira hacamat yapan kişi emerek kanı aldığı için boğazına kan kaçma ihtimali, hacamat yaptıranın ise zayıf düşeceğinden yeme içme zorunda kalma ihtimali bulunmaktadır. Nitekim Enes b. Malik de, hacamat yaptırmanın oruçluyu zayıf düşüreceğinden dolayı hoş karşılanmadığını söylemiştir.209

Bu itibarla, oruçlu iken kan vermek orucu bozmaz.

15. Merhem ve ilaçlı bant

Deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu yeme içme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz.
N) Oruçluya Mekruh Olan Şeyler

1. Bir şey tatmak.

Mesela, kadının eşi yemeğin tuzunun az veya çok olmasından dolayı kendisini rahatsız ederse, kadın bir şey yutmadan diliyle yemeğin tuzuna bakabilir.

Yemek pişiren ücretli de böyledir.

2. Gereksiz olarak bir şey çiğnemek. Çocuğu için bir şey çiğnemesi gereken kadın, bu işi yapacak başka bir yol bulamazsa küçük çocuğunu korumak maksadıyla çiğneyebilir.

3. Kendine güveni olmayan kimsenin hanımını öpmesi ve kucaklaması.

4. Tükürüğünü ağzında biriktirip yutmak.

5. Kan aldırmak veya ağır bir işte çalışmak gibi kendisini zayıf düşüreceğine kanaat getirdiği bir iş yapmak (Zayıf düşürmeyeceğine kanaat getirirse mekruh olmaz.).

O) Oruçluya Mekruh Olmayan Şeyler

1. Gül ve misk gibi şeyleri koklamak.

2. Gözüne sürme çekmek.

3. Kendisinden emin olmak kaydıyla hanımını öpmek.

4. Misvak kullanmak, dişlerini fırçalamak.

5. Ağzına su alıp çalkalamak.

6. Burnuna su çekmek.

7. Serinlemek için yıkanmak.

Ö) Oruçluya Müstehab Olan Şeyler

1. Sahura kalkıp yemek.

2. Sahur yemeğini biraz geç yemek. Yemeği şüpheli bir vakte kadar geciktirmek ise mekruhtur.

3. Güneş battığı iyice anlaşıldıktan sonra iftarda acele etmek. İftarı namazdan önce yapmak da müstehabdır. İftarda şu duayı okumak sünnettir:

اَلَّـلهُــمَّ لَكَ صُمْتُ وَبِكَ اٰمَـنْتُ وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَ عَلَي رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ وَصَوْمَ الْـغَـِد مِنْ شَهْرِ رَمَضَانَ نَوَيْتُ فَاغْفِرْلِي مَا قَدَّمْتُ وَ مَا أَخَّرْتُ

“Allâhümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü ve savme’l-ğadi min şehri Ramazâne neveytü, feğfirlî mâ kaddemtü ve mâ ahhartü.”

Anlamı: “Allahım! Senin rızan için oruç tuttum, sana inandım ve sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım ve Ramazan ayının yarınki orucuna da niyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla!”

P) Oruçla İlgili Çeşitli Hükümler

Unutarak yiyip içen veya oruçlu iken kusan bir kimse, orucunun bozulduğunu zannederek yiyip içse, kaza lazım gelir. Fakat kusmakla orucunun bozulmadığını bildiği hâlde yer ve içerse kendisine hem kaza hem de keffaret gerekir.

Gündüz ihtilam olanın durumu da böyledir. Ramazan’da gündüzleyin uyurken cünüp olan kimse, orucunun bozulduğunu zannederek yiyip içse, bundan dolayı orucun kaza edilmesi lazımdır. İhtilam olmanın orucu bozmadığını bildiği hâlde kasten yerse, kendisine kaza ve keffaret gerekir.

Bir kadın Ramazan’da (henüz ayhali olmadan) ayhali günümdür diyerek orucunu bozsa ve o gün ayhali olmasa, eğer o günün orucuna niyet etmemiş ise kendisine kaza lazım gelir, eğer niyet edip oruca başladıktan sonra bozmuşsa kaza ve keffaret gerekir.

Dişler arasından çıkıp tükürüğe karışan kan, tükürükten fazla veya tükürüğe eşit olup yutulursa orucu bozar. Tükürükten az ise bozmaz.

Dişlerini fırçalayan kimse, orucunun bozulduğunu zannederek bile bile yiyip içse kendisine keffaret gerekir.

Abdest esnasında ağzına su alırken elinde olmayarak boğazına su kaçsa, eğer oruçlu olduğu hatırında ise orucu bozulur ve kazası gerekir. Eğer o esnada oruçlu olduğu hatırında değilse orucu bozulmaz.

Mukim olan (misafir olmayan) bir kimse, geceleyin niyet edip oruca başladıktan sonra gündüz sefer mesafesi yolculuğa çıksa bile o günün orucunu tutması gerekir. Yola çıktıktan sonra orucunu bozduğu takdirde kaza lazım gelir. Yola çıkıp oturduğu yerleşim yerinin sınırlarını geçmeden orucunu bozarsa, kendisine keffaret gerekir.

Misafir olan bir kimse, niyet edip oruca başladıktan sonra gündüz daha yolculuğu bitmeden veya yolculuğu sona erip memleketine döndükten sonra orucunu bozsa kendine kaza lazım gelir.

Ramazan ayından oruç borcu olan bir kimse, bunları kaza etmeden öbür Ramazan gelse evvela Ramazan orucunu tutar, sonra önceki Ramazan’dan kalan borçlarını tutar.

Ramazan orucunu kaza ederken, bu oruçları isterse peş peşe, isterse aralıklı olarak tutar. Borçlarını bir an önce ödemesi bakımından peş peşe tutması daha iyidir.

Bir kadın, oruçlu olduğu günde ayhali veya lohusa olsa, o günün orucunu kaza etmesi gerekir.

Bir kimse hasta olduğu için Ramazan’da orucunu bozsa ve iyileşmeden ölse, kendisine bir şey gerekmez.

Abdestten sonra ağızda kalan yaşlık, orucu bozmaz.

Konuşurken tükürükle ıslanan dudaklarındaki tükürüğü yutmakla oruç bozulmaz.

Ramazan’da bayılan bir kimse, baygınlığı birkaç gün devam ettiği takdirde, bayıldığı günü kaza etmez, çünkü niyet ederek o günün orucuna başlamıştır. Ondan sonraki günleri kaza eder.

Nafile olarak tutulan orucu özürsüz olarak bozmak mekruhtur. Herhangi bir sebeple bozulan nafile orucun kaza edilmesi gerekir.

Başlanan keffaret orucu bitmeden Ramazan ayı girerse, keffaretin yeniden tutulması gerekir.
R) İtikâf

İtikâf, niyet ederek bir camide durmak demektir. Ramazan’ın son on gününde itikâf, kifaye olarak sünnet-i müekkededir. Cemaatten biri itikâfa girince bu görev diğerlerinden düşmüş olur.

İtikâfın şartları, niyet etmek, oruçlu olmak, itikâfı beş vakit cemaatle namaz kılınan camide yapmak ve kadının ayhali ve lohusa hâlinde olmamasıdır. Kadın, camide değil, evinde namaz kıldığı odada itikâf yapar.

1. İtikâfın Adabı

1. Camilerin en çok cemaati olanında ve Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmek.

2. İtikâf esnasında boş şeyler konuşmamak, Kur’an, hadis-i şerif, Peygamberlerin hayatına ait kitaplar okumak.

3. Temiz elbise giymek, güzel koku sürünmek.

İtikâfa giren kimse camide yer, içer, uyur ve lazım olan şeyleri camide alır. Bunlar için dışarı çıkarsa itikâfı bozulur.

Tuvalete gitmek, abdest almak ve gerekli ise gusül yapmak gibi tabii ihtiyaçları için camiden dışarı çıkar. Cuma namazı aynı yerde değil de başka yerde kılınıyorsa, cuma için bulunduğu yerden çıkıp oraya gidebilir. Cenaze namazı için dışarı çıkamaz.

Kendisine ve malına bir zarar geleceği korkusu ile ve zorla camiden çıkarılması durumunda başka bir camiye geçmek üzere camiden çıkabilir.

Bu zorunlu hâller dışında camiden çıkarsa itikâfı bozulur. İtikâfta olan kimsenin eşi ile cinsel ilişkide bulunması itikâfı bozduğu gibi dokunmak ve öpmekle bir boşalma olursa yine bozulur. İhtilam olmak (uyku hâlinde cünüplük meydana gelmesi) itikâfı bozmaz.

İhlas ile itikâf yapan Mümin, bir süre dünya işlerinden ayrılarak Allah’a yönelir. Düşmanı olan şeytanın şerrinden en sağlam kaleye sığınmış, Allah’ın evi olan camide onun sonsuz rahmetine iltica etmiş olur. Bu durumda olan bir Mümin, Allah’ın evinde onun misafiridir. Ev sahibine layık olan da misafirine ikramda bulunmaktır. Peygamber Efendimiz, vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on günü itikâfa devam etmişlerdir.

S) Fitre (Fıtır Sadakası)

Borcundan asli ihtiyaçlarından başka nisap miktarı malı veya onun değerinde parası olan Müslümanın fıtır sadakası vermesi vacibdir.

Buna kısaca “Fitre” denir. Fıtır sadakasının vacib olması için, zekâtta olduğu gibi malın üzerinden bir yıl geçmesi ve artıcı nitelikte olması şart değildir.

Fitre, Ramazan ayında fakirlere verilen bir sadakadır. Bayramdan önce verilmesi iyidir. Bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Dinî ölçülere göre zengin olan kimsenin, hem kendisinin, hem de ergenlik çağına gelmemiş olan çocuklarının fitrelerini vermesi vacibdir.

Fakir olan çocuğun babası ölmüş veya fakir ise babasının babası torununun fitresini verir.

Bir kimse karısının ve büyük çocuklarının fitresini vermekle mükellef değildir. Bunlar zengin iseler fitrelerini kendilerinin vermesi lazımdır.

Karısının ve aile içindeki büyük çocuklarının fitrelerini onların izni olmadan verebilir. Aile içinde olmayan büyük çocukların fitrelerini ise onların izni ile verebilir. Bir kimse babasının ve anasının fitrelerini vermekle yükümlü değildir.

Fitre Şu Dört Cins Yiyecek Maddesinden Aşağıdaki Miktarlarda Verilir:

Cinsi: Miktarı:

1. Buğday 1.460 Gram

2. Arpa 2.920 Gram

3. Kuru Üzüm 2.920 Gram

4. Hurma 2.920 Gram

Bu gıda maddelerinin kendileri verilebileceği gibi, para olarak değerleri de verilir. Hangisi fakirin yararına ise onu vermek daha uygundur.210 Bir fitre yalnız bir fakire verilir, ikiye bölünmez. Bir fakire birden fazla fitre verilebilir. Fitre niyet edilerek verilir. Ancak bunun fitre olduğunu fakire söylemek gerekmez, içinden niyet etmesi yeterlidir.

Zekât kimlere verilirse, fitre de onlara verilir. Bir özürden dolayı Ramazan’da oruç tutmayanlar da, nisap miktarı mal veya paraya sahip iseler fitrelerini vermekle yükümlüdürler.

Varlıklı Müslümanlar fitre vermek suretiyle fakirlere bayram sevincini tattırırlar. Böylece, hem borcunu ödemiş hem de sevab kazanmış olurlar.

Fitre vermek, orucun kabul edilmesine, ölümün şiddetinden ve kabir azabından kurtulmaya vesile olur.

Yemin keffareti yerine getirilirken on fakiri sabah akşam doyurmak veya on fakire fitre miktarı bir meblağ ödenmesi gerekmektedir.

Maide suresinin 89. ayetinde yemin keffaretinin nasıl yerine getirileceği bildirilirken, “Ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on yoksulu doyurmak” ifadesi yer almaktadır.

Her ne kadar bu ayet yemin keffareti ile ilgili ise de, Ramazan’da verilmesi gereken fitre ile yemin keffareti için verilecek miktarın aynı olması, fitre verirken hangi ölçüleri göz önünde bulundurmamız gerektiği hususunda bize yol göstermektedir.

Buna göre Ramazan’da fitreyi veren kişinin normal olarak yediği sabah ve akşam yemeklerinin parasal değerini hesap etmesi ve fitre miktarını kendi sofrasındaki yemekleri dikkate alarak vermesi daha uygun olur.


Kaynak

Diyanet islam ilmihali